ORTA SINIF GERİLİYOR KAPİTALİZM YENİ BİR EŞİKTE

Kapitalizm, belirli kesimler için muazzam bir refah ve zenginleşmeye yol açmış olsa da, geniş kesimlerin refahını sürdürülebilir bir şekilde artıramadı ve özellikle son yüzyılda gelir sınıfları arasındaki eşitsizliğin giderek keskinleşmesine yol açtı. Artan küresel gelir adaletsizliği üzerinde kapitalizmin rolü ve alternatif çözüm önerileri artık birçok platformda tartışılıyor. Somut sonuçları her geçen gün daha fazla hissedilen 4. Endüstri Devrimi’nin başlangıcında olduğumuz bu yıllarda, kapitalist dinamiklerin köklü bir dönüşümü desteklemiyor oluşu, ekonomik, sosyal ve politik bakımdan zorlu bir sürecin habercisi niteliğinde.

Soner Okuşluk

Kapitalizmin ortaya çıkarak geliştiği son birkaç yüzyılda sınıflar arasındaki eşitsizlik ve gelir adaletsizliği, farklı ekonomik, sosyal ve politik güçler tarafından şekillendirildi. Gelinen noktada, ortalama her 10 yılda bir baş gösteren küresel ölçekli krizlerin faturası düşük ve orta gelir sınıfına kesilirken, Walmart, Apple, Google gibi çokuluslu dev şirketler, rekabetçiliği artırma parolasıyla çıktıkları yolda rakipsiz kalma stratejilerini başarıyla uyguluyor. Bu şirketlerden herbirinin kasalarında bulundurduğu milyarlarca dolar, dünyadaki birçok orta ve düşük gelirli ülkenin milli gelirinden daha yüksek. Bunun da ötesinde, büyük ölçekli nakit kaynaklara sahip birçok işletmenin bu birikimleri nasıl daha verimli ve faydalı şekilde kullanabilecekleri konusunda belirgin bir stratejileri bulunmuyor. Finansal ve reel sektörde hâkim pazar payına sahip şirketler, kazançlarının önemli bir kısmını çalışanların ve toplumun refaha ulaşması için değil, piyasayı daha fazla kontrol etmek ve aynı zamanda politik güce kavuşmak için kullanıyor. Mevcut sistemde şirketleri sürekli büyüme ve kısa vadeli yüksek kârlılık hırsının oluşturduğu tehditler, 2020’de yapılacak ABD başkanlık seçimlerinde Trump’ın karşısında aday olarak çıkmayı planlayan Elizabeth Warren tarafından kısa bir süre önce gündeme getirildi. Hazırladığı ‘Sorumlu Kapitalizm Yasası’ adlı bildirisinde Warren, hissedar değerleri artarken, büyük şirketlerin giderek çalışanlara ve topluma yatırım yapmaktan uzaklaştığını ve başkan seçilirse, büyük şirketlerin yönetim kurullarında yüzde 40 oranında çalışanların yer alacağı, denetlenebilir bir kurumsal sistemi hayata geçireceğini vaat ediyor. Bu iddianın ABD gibi küresel ölçekli devasa şirketlerin politik süreçlerde son derece etkin olduğu bir ekonomide ne derece gerçekleştirilebilir olduğu tartışmaya açık olsa da, seçimlere kadar geçecek olan sürede, kapitalizmin bir sonraki aşamasında nelerle karşılaşacağımıza ilişkin tartışmaların daha da alevleneceği görülüyor.

KAPİTALİZMİN ALTIN ÇAĞI

Aslında kapitalizmin ilk dönemlerinden itibaren, sanayileşmeye başlayan ülkelerde gelir grupları arasında belirli bir düzeyde eşitsizliğin ortaya çıkması sürecin doğal bir parçasıydı. Bu durum, İngiltere, Batı Avrupa’nın önemli bir kısmı ve ABD’de 1800’lü yıllardan başlayarak ortaya çıkmış ve her bir ülkenin iç dinamikleri ve uluslararası gelişmelere bağlı olarak farklı dönemlerde tekrarlamıştır. Örneğin her iki dünya savaşını kapsayan kapitalizmin kriz dönemi, geri dönüşü olmayan bir şekilde kapitalizmin ortadan kalkacağı beklentisini yükseltirken, hemen ardından gelen dönem ise 35 yıl boyunca kapitalizmin altın çağı olarak adlandırılan gelişmelere sahne olmuştur. Kapitalizmin varlığını sürdürebilmek için her dönem ihtiyaç duyduğu hikâyeler ve buna bağlı bazı denge unsurları, düşük ve orta gelir grubundaki çoğunluğun süreçteki kaderini belirleyici nitelikte. 1940’ların sonundan itibaren kapitalizmin altın çağını yaşanması, belki de ilk kez karşısına çıkan sosyalist yayılmacı rekabet ve gerçek anlamda kaybetme kaygısıyla yakından ilişkilidir. Özellikle İtalya, İspanya, Yunanistan ve Portekiz gibi Güney Avrupa ülkelerinde ve İsveç gibi İskandinav ülkelerinde önemli bir tabana erişen sosyalist akımlar, kapitalizmi ehlileştiren gelişmeler arasındadır. Bu dönemde Batılı rejimler, sosyal refah devleti uygulamalarını, Fordist üretimle sağlanan verimliliğinin yatırım ve istihdama yöneltilmesini ve işçi sınıfının belirgin bir güç haline gelmesini destekleyen politikalar izlediler. Ancak oluşan ekonomik, kamusal ve politik dengenin düşen şirket karlılıkları açısından sürdürülebilir olmadığının anlaşılması fazla uzun sürmedi. Zayıflayan ve yumuşatılan sosyalizm tehdidine karşılık, küresel güce sahip dev şirketlerin ısrarcı şekilde artan baskısı, kapitalizmin gerçekte vaat ettiği sosyoekonomik koşullar arasında gelir adaleti ya da sınıflar arası çizgilerin bulanıklaşması gibi koşulların hiçbir zaman olmadığını bir kez daha ortaya çıkardı.

Devamı Derin Ekonomi Dergisi Mart 2019 sayısında…

Dikkat çekenler...