Yeni bir başarı hikayesi için yapılması gerekenler

Türkiye, 24 Haziran 2018 genel seçimleri ile çok önemli bir dönemeci geride bıraktı. 95 yıllık Cumhuriyet tarihinde 3. dönem resmen başlamış oldu. Birincisi 19231950 tek parti dönemi, ikincisi 1950-2018 arası çok partili parlamenter sistem, üçüncüsü ise Cumhurbaşkanlığı yürütme sistemi ve TBMM arasında yetkilerin paylaşıldığı bugünkü dönem. Cumhurbaşkanlığı yürütme sistemi ile Sayın Erdoğan yemin ederek ilk Başkan olarak tarihe geçerken, yeni hükümet kuruldu, Sayın Binali Yıldırım TBMM Başkanı seçildi. Bakan yardımcıları, Cumhurbaşkanlığına bağlı kurulan yeni 4 ofisin ve 9 Kurul’un Başkanları ile üyeleri atanmaya başlandı. En geç bir iki hafta içinde bütün kurumlar ve kurullar yeni kadrolarıyla göreve başlamış olacaklar. Şimdi seçim bitti, hükümet kuruldu, yeni yürütme sistemi işlemeye başladı. Herkesin ortak dileği ve beklentisi, Türkiye’nin yeni bir başarı hikayesi yazmasıdır. Türkiye ve ekonomisi bunu başarabilecek güçtedir. Yeni hükümetin önündeki en önemli mesele, her zaman olduğu gibi, ekonomidir. Ekonomi, 16 yıllık AK Parti hükümetlerinin başarılı olduğu ve 13 seçimi üst üste kazanmasında en başta gelen alandır. 1959-2001 yılları arasında 42 yılda tam 16 ekonomik kriz yaşanırken ve 19 defa IMF ile açı reçete stand-by programları imzalanıp uygulanmak zorunda kalınırken, her bir ekonomik krize ve IMF ile yapılmış stand-by programına mahkum olan her bir Cumhuriyet hükümeti, takip eden ilk seçimde ağır yenilgiye uğramışlardır. Dolayısıyla 16 yılda yıllık ortalama yüzde 5,7’lik ekonomik büyüme ve 10 milyon kişiye yakın istihdam artışı, ve refah göstergelerinde önemli iyileşmeler sağlanması, AK Parti hükümetlerinin başarı hanesine yazılmaktadır. Bununla beraber, son 5 yılda hükümeti seçim dışı yollarla birçok kez düşürme teşebbüslerinin yaşandığı ülkemizin ekonomisinde bu teşebbüslerden dolayı bazı dengelerin sarsıldığı da bir gerçektir. Esasında tuzakların başladığı Mayıs 2013’de (Gezi olayları), Türkiye ekonomisi, yıllık bazda yüzde 5,60 enflasyon oranı, yüzde 4,62 oranında devlet tahvil faiz oranı, IMF’ye son borç taksitini ödemiş olma, her 3 kredi derecelendirme kuruluşlarından yatırım yapılabilir ülke notu almış olma, yüksek ekonomik büyüme oranı, ve dev altyapı projelerine başlanması gibi, parlak göstergelere ve olumlu gelişmelere sahipti. Tabir caizse, o tarihten itibaren Türkiye’ye ve yöneten hükümete, liderine adeta “yeter, çok oldunuz artık” denilerek, operasyon üstüne operasyon çekilmeye başlandı. Yine de Türkiye, ülkesi, halkı ve ekonomisiyle 5- yıldan uzun süren bu ağır ve sancılı süreci geride bırakmayı başarmıştır. Bu sıkıntılı süreç, en çok
döviz kuru değeri, enflasyon oranı ve faiz oranlarında adeta bir sarmala dönüşen artışlar ve sarsıcı etki meydana getirmiştir. Bu artışlar, başta inşaat ve otomotiv sektörlerinde olmak üzere yurtiçi satışlarda yavaşlama ve ekonomik büyümede 2018’in ilk çeyreğinde yüzde 7,4 gibi oldukça yüksek bir büyüme oranından sonra, ikinci çeyrekte yavaşlama işaretleri vermektedir. Çünkü döviz kurunda ilk 7 ayda yaşanan yüzde 20 civarı artış fiyat artışlarına, yani enflasyonda hızlanmaya ve faiz oranlarının yükselmesine yol açmaktadır. Enflasyon oranı Temmuz itibariyle yıllık bazda TÜFE’de yüzde 15,39’a, YİÜFE’de yüzde 23,71’e yükselirken, piyasa faiz oranları mevduatlarda yüzde 20’yi, ticari kredilerde yüzde 25’i zorlamaktadır. Diğer taraftan, dış dünyada da ortam ve şartlar olumlu bir görünüm vermemektedir. Mart 2018 başından buyana ABD’nin önce Çin, sonra Avrupa Birliği ve diğer ülkelere karşı başlattığı ticaret savaşları ve korumacılık dalgası dünya borsalarını ve mali piyasaları ciddi olarak sarsmaya başladı. Bu korumacılık dalgası ve ABD’deki faiz artışı, ABD tahvillerine ve dolara olan talebi ve değerini yükseltirken, gelişmekte olan ülkelerden dolar temelli varlıklara yönelik fon akışını hızlandırdı. Gelişmekte olan ülkelerden fon çıkışı hızlanırken, milli para birimleri de hızlı bir değer kaybına uğradı. Türkiye mali piyasaları ve Türk Lirası da bu dalgadan benzer şekilde olumsuz etkilendi. Ülkemiz ekonomisinin yurtdışından taze fon girişine ihtiyacı vardır. Diğer yandan, 2018 Mart ayında patlak veren dünya ticaret savaşları yanında, Türk Lirasının değer kaybetmesi, böylece Merkez Bankası’nın politika faiz oranını yükseltmek zorunda bırakılması gibi bir kurgu hesap açıkça görülmüştür. Ülkemizin 24 Haziran 2018 tarihinde erken seçime gitmek zorunda kalması, Mayıs başından itibaren seçimlerin sonucunu etkilemek için Erdoğan’ın ve AK Parti’nin 16 yıldır en güçlü yanı olan ekonomiye zarar vermek gayesiyle döviz kuru üzerinden yani TL’ye sürekli değer kaybettirilerek, bunu önlemek için de MB’nın faiz oranlarını üç defa yükseltmesi şeklinde bir operasyona maalesef maruz kalınmıştı. Bu yorumu istihzai şekilde “komplocu”
olarak değerlendiren ve herşeyi “piyasanın gereği” şeklinde değerlendirenler şu sorunun cevabını veremezler; MB’nın faiz oranını yükseltmek amacıyla Para Politikası Kurulu’nu olağanüstü toplantıya çağırdığı zaman, ABD Dolarının TL karşısındaki 4,92’lik kur değeri nasıl 5 dk içinde 4,56 TL’ye gerileyebildi? 5 dk içinde Türk ekonomisinde mucizevi bir şey mi oldu? Yine 9 Temmuz 2018 günü, yani hükümet açıklanmadan önce ABD Dolarının TL. karşısındaki değeri 4,51 TL’ye düşmüşken, mali piyasaların istediği kişi Hazine ve Maliye Bakanı atanmadı diye 1 saatin içinde ABD Doları nasıl 4,82 TL kur değerine yükselebildi? Üçüncü olarak da, 24 Temmuz Salı günü Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun politika faiz oranını arttıracağı beklentisiyle 1 ABD Dolarının kuru 4,72 TL’ye düşmüş iken, toplantıdan faiz artışı kararı çıkmayınca 5-10 dk içinde kur değeri 4,94 TL’ye nasıl çıkarıldı? Ertesi gün akşamında ise 4,82 TL’ye düştü. Döviz kurlarında Mart 2018’den bu yana son 4 aydaki oynaklığın reel ekonomik gelişmeler ve reel piyasalar açısından haklı ve makul bir gerekçesi yok. Suni gerekçesi şöyle; Birincisi, 24 Haziran seçiminde Erdoğan ve AK Parti’ye ekonomik açıdan zararlar verip seçimi kaybettirmek hedeflenmişti. Halk bu oyunu gördü, etkilenmedi ve tercihini değiştirmedi. İkincisi ise, küresel finans sistemi, kredi derece kuruluşları, yatırım fonları ve medya organlarıyla birlikte, “Erdoğan ortodoks ekonomik ve piyasa sisteminden, yani yüksek faize dayalı sistemden ayrılmak istiyor, ekonomik büyümeyi önceliyor, ona boyun eğdirmemiz lazım” düşüncesi temelinde, döviz kurlarını şişirerek korkutma politikası uygulamaktadır. Başka bir deyişle, küresel finans sistemi ve kurallarının hakimiyetine karşı direnenler üzerinde bir “piyasa vesayeti” durumu oluşturulmuştur. Şimdi döviz kurlarının reel değerine düşmesini “yeni hükümetin ekonomi programını görelim, bizim çizgimizin dışına çıkamasın” tezinden hareketle engelliyorlar. Yani bilek güreşi, boyun eğdirme mücadelesi, döviz kurları ve ona bağlı yüksek faiz ve enflasyon cephesinde devam ediyor. Küresel finans sistemi, Erdoğan hükümetinin ekonomide yüksek oranlı büyüme ısrarından vazgeçmesini, tıpkı Arjantin’in 2 ay önce yaptığı gibi, İMF’den borç alarak acı reçete denilen stand-by programını kabul edip uygulamasını, gerek yatırımlar, gerekse halkın tüm kesimlerine kamu bütçesinden ayrılan ödeneklerin düşürülmesini, böylece yurtiçi ve yurtdışı borç verenlerin ve yüksek faiz beklentisiyle borç verecek olanların paralarının geri ödemelerinin garanti altına alınmasını istemekte ve beklemektedir. Böylece onlar açısından oyunun kuralları ve oyunu kuranların hakimiyeti devam edecektir! Yurtiçi ve yurtdışındaki tablo böyle iken, yeni hükümetten ekonomi alanında öncelikli olarak şu hususları bekliyoruz: – Ekonomide bütüncül, güven ve istikrar ortamının devamını hedefleyen, makro göstergelerde dengeleyici bir “Acil Eylem Programı” ile “Orta Vadeli Atılım Programına” ihtiyaç vardır. – Hükümet bu programda ülke ekonomisinde “kamu bütçesinde mali disiplin, yüksek enflasyonla mücadele, ekonomide dengeli büyüme, ihracat artışına dayalı ekonomik büyüme, dış ticaret ve cari işlemler açıklarını azaltma” gibi makro hedefleri gerçekleştirmeye kararlı olduğunu ilan etmelidir ve uygulamalarıyla piyasalara benimsetmelidir. – Ekonomide, seçim kampanyası sürecinde ortaya çıkan boşluk dönemi sona erdirilip, takım ruhu içinde, farklı ve çelişen sesler görüşler ortaya çıkarmadan, ortak bir sesle ve tutumla beraber, “güçlü ekonomi vizyonu” ortaya konulmalıdır.
– Bu çalışmalarda temel amaç, “Güven” faktörünün reel ekonomi aktörleri ve mali piyasalar üzerinde hakimiyetinin tesis edilmesidir. – Bu başarıldığı takdirde, son birkaç yıldır yoğun, ama son birkaç aydır aşırı yoğun şekilde “döviz kurunu yükselt – yüksek faizle cevap ver – sonuçta enflasyonun yükselişi ve tekrar aynı sarmalın daha yüksek değerlerde devam etmesi” şeklindeki kurgu, plan mutlaka kırılmak zorundadır. Bunun da yolu, “Güven” ve ekonomide hükümetin direksiyonu sağlam şekilde tuttuğu mesajının piyasalara kabul ettirilmesinden geçmektedir. – Özel sektör yatırımlarının ve üretimin artması için, piyasa faiz oranlarının makul seviyelere inmesini sağlamak gerekir. Burada Hazine, BDDK, SPK, BİST ve kamu bankalarının ortak hareket edip öncülük etmesi, kamu tek hesabı ile kamu kurumlarının gelir ve giderlerinin ortak havuz sistemi içinden daha verimli kullanılması gerekir. – Kamu kesiminde verimsiz harcama, öncelikli olmayan yatırım ve idari gider kalemleri tespit edilerek, acilen tasarrufa gidilip kamu bütçesi rahatlatılmalıdır. – Gerek döviz kurlarındaki aşırı şişmeden, gerekse bankaların faiz oranlarını aşırı yükseltmesinden dolayı, üretim sektöründe, reel ekonomide zor durumda olan, borçlarını ödeyemeyen çok sayıda işletmeler vardır. Acilen ikinci bir Kredi ve Garanti Fonu (KGF) destekli programa ihtiyaç vardır. Bugün sadece birkaç yüz bin TL’ye, ya da birkaç milyon TL’ye ihtiyacı nedeniyle kapanmış, üretimi durdurmuş, ya da üretimi durdurma tehlikesi altında olan ve toplamda yüzbinlerce çalışanı işten çıkarmak zorunda kalmış çok sayıda üretim işletmeleri vardır. Bunun için bir “Anadolu Diriliş Programı” altında bir destek programı, binlerce işletmeyi ve yüzbinlerce çalışanı kurtarabilecektir. Bu amaçla, TMSF’nin de bu tür zorda ama çalışabilir işletmelerin yönetimine geçici, ortak olarak olması düşünülebilir. – Dış ticaret açığı ve cari açığı azaltmak için, katma değeri arttıracak, ihracatı arttıracak destekler devam etmelidir. Kamu kesiminin, belediyelerin ve halkın “Türkiye’de üretilen malları ve hizmetleri” satın almayı öncelemesini özendirecek tedbirlere ve toplumsal bilinçlendirmeye çok ihtiyaç vardır. – İşsizliği azaltmak ve istihdamı arttırmak için uygulanan destek programları devam ettirilmelidir. Son iki yılda etkili ve başarılı olmuştur. Sonuç olarak, Türkiye ekonomide 16 yılda yaptıklarını, başardıklarını, yeni bir başarı hikayesiyle taçlandıracak güce ve potansiyele sahiptir.01

NOT : Değerli okuyucularımızın, tüm halkımızın ve Müslüman aleminin mübarek Kurban Bayramını candan tebrik ederim. Cenab-ı Allah’tan ülkemize ve tüm Müslümanlara, Kurban Bayramımız vesilesiyle, hayır, huzur, esenlik getirmesini niyaz ederim.

Dikkat çekenler...