Dünyada 200’ün üzerinde ülke yer alıyor. Satın alma gücü paritesine göre yapılan kişi başına gelir hesaplamalarında 40,000 dolar çıtasının üzerinde 45 ülke bulunuyor. Bunların yarısından fazlası kaynak zengini ülkelerden ya da küçük, önemsiz ülkelerden oluşuyor. Bir başka deyişle, dünyada bileğinin gücüyle “zengin oldu” diyebileceğimiz 20 civarında ülke var.
“Bileğinin gücüyle” zengin olan ülkelerin tamamı sanayileşmiş ülkeler. Çin de yakında bunlar arasına girecek. Dünya sanayi üretiminin değer olarak büyük kısmını bu ülkeler gerçekleştiriyor. Aynı zamanda da dünya mal ihracatının neredeyse tamamı yine bu ülkelere ait. Yani, zenginlikle sanayileşmişlik arasında çok yakın ve pozitif bir ilişki var. Ulusların Yükselişi adlı kitabımda bu konuların ayrıntıları yer alıyor. Kitap ana mesaj olarak kalkınma ve yükselmenin olmazsa olmaz şartının “başarılı sanayileşme olduğunun altını tarihi ve günümüzden örneklerle çiziyor. Daha önemlisi, sanayileşmenin önemini artık hemen her ülke yöneticileri anladığı halde sanayileşmeyi ve dolayısıyla zenginleşmeyi, yükselmeyi neden çok az sayıda ülkenin başarabildiğini anlatıyor: başarabilen ülkeler kalkınmacı bir devlete sahip olan ve bununla birlikte “güçlü” bir özel sektöre sahip olan ülkeler.
Güçlü özel sektör, sanayiye yatırım yapabilecek kurumsal kapasiteye ve “isteğe” sahip olan şirketler manasına geliyor. Teknolojiyi teorik olarak tanımlamak kolay olduğu halde ölçümlemek ancak sanayi ürünlerini
kullanarak yapılabilmesi (örneğin “yüksek teknolojili ürünlerin ihracattaki payı” deyince hangi sanayi ürünlerini yüksek teknolojili olarak tanımladığınızı açıklamanı gerekiyor. Sanayi şirketleri, teknolojinin mücessemleşmiş hali olan sanayi ürünlerini üretiyor. Yani, ülkelerdeki teknolojik seviyeyi ancak sanayi ürünleri üretimi eliyle “ölçebiliyoruz.”)
Devamı Z Raporu Mart 2020 sayısında…