Merkez’in kontrolü, yeni ekonomik başkentler ve örtülü dünya savaşı

11 Eylül saldırılarını yönetenlerin hesapları, sadece ABD’nin güvenlik stratejilerini boşa çıkarmakla sınırlı değildi. Soğuk Savaş’ın zaferini kutlayan ve “Yeni bir Amerikan Yüzyılı” planlayan ABD’nin tek başına küresel hegemon olup olamayacağının sırları da bu saldırının ayrıntılarında gizliydi. Saldırıyı soruşturmakla yükümlü Komisyonun başına Henry Kissinger’ın getirilmesi, bu sırları öğrenmemize maalesef engel oldu. Çünkü Komisyon, olayı soruşturmakla değil, örtbas etmekle yükümlüydü. ABD’nin siyasi ve askeri sembollerini hedef alan saldırının ana hedefinin Dünya Ticaret Merkezi olması, belki de bu sırlar içinde okuyabildiğimiz tek resimdi.

Sadece ABD vurulmamış, küresel ekonomik sistem de vurulmuştu. Bu da bize, korkunç bir ekonomi savaşları sürecinin başlayacağını gösterdi. Ekonomik hakimiyetin siyasi hegemon olmak için tek yol olduğunu bilenler, ekonomik savaşların aynı zamanda yeni küresel sisteme yönelik arayışları da şekillendireceğini, ABD’nin istediği gibi tek kutuplu bir dünya sisteminin mümkün olamayacağını anlamışlardı. Büyük bir öfke ile Afganistan’ı, Irak’ı işgal eden, hemen bütün Müslüman ülkeleri cezalandırmaya dönük saldırılara girişen, ilk kez bir medeniyete açıktan savaş ilan eden neocon Haçlılar, tuzağa düşmüştü.

Askeri olarak kısa vadeli başarılar elde etseler de, siyasi ve ahlaki olarak çok erken kaybetmişlerdi. Çok geçmeden ABD’nin dünyayı yönetecek siyasi olgunluğa, küresel denetimi sağlayacak askeri yeterliliğe ve insanlığa öncülük edecek ahlaki ilkelere sahip olmadığı ortaya çıktı. O artık güvenilmez, saldırgan bir süper güçtü. Ama güç, dünyayı yönetmek için hiçbir zaman yeterli olmayacaktı. İnsanlık tarihi bunun örnekleriyle doluydu.

Bunlar olurken, tek kutuplu dünya özlemi, Amerikan yüzyılı hayali de suya düşüyordu. Çok kutuplu bir dünya biçimleniyor, yeni siyasi ve ekonomik başkentler öne çıkıyordu. Özellikle Asyalı güçler, ABD’nin vesayetini açıktan reddetti. Rusya-Çin ve Hindistan artık Atlantik ittifakının yönetemeyeceği büyüklükteydi. Sömürge geçmişi, imparatorluk mirası da bu konuda artık bir güvence vermiyordu. Çünkü yeni merkezler, Atlantik’ten çok daha eski siyasi geleneklere sahipti.

Ayrıca Asya’nın yükselen ekonomileri ile Batı ekonomileri arasında sermaye gücü, teknoloji alanında açı hızla daralıyor, kaynaklar ve insan gücü ise Asya lehine öne çıkıyordu. Yine Latin Amerika ve Müslüman dünya, yeni tek kutuplu projelere karşı çıktı. Özellikle Müslümanların, Batı ile bin yıldır devam eden bir hesaplaşma tarihleri vardı. Son iki yüzyılın yoğun sömürge politikaları, Osmanlı’nın çökmesi ve İslam dünyasının teslim olmasının verdiği huzursuzluk bu itirazın psikolojik temellerini oluşturuyordu. Müslüman coğrafya, Batı karşıtlığında dünyaya öncülük eden bir söyleme sahipti.

Sistem inşası bir tarafa, kaynaklar üzerinde korkunç bir mücadele başladı. Petrol, doğalgaz, madenler ve kaynak trafiğini yöneten koridorlar üzerinde hakimiyet savaşları öne çıktı. Bu örtülü savaşlar için ülkeler feda edildi, iç savaşlar çıkarıldı, demografik müdahaleler planlandı. Koridorlar ve kaynaklar üzerinde yaşayan bütün ülkeler tehdit altındaydı. Bir şekilde bir bahane uyduruluyor, istikrarsızlık servis ediliyor ardından da müdahaleler başlıyordu. Müslümanlar bu anlamda yeryüzünün ana ekseninde yaşadıkları için küresel güç olma yolunda örtülü savaş veren her ülkenin hedefi olmaktan kurtulamıyordu. ABD’nin, Almanya’nın, Çin’in, Rusya’nın hep birer bahanesi vardı.

Tek kutuplu dünya inşa edemeyeceğini anlayan ABD, var gücüyle yeryüzünün merkezini, ana eksenini denetim altına almaya girişti. Washington ekseninin bahanesi hazırdı. İslam, komünizmden sonra en büyük tehditti; terörle dünyayı ve Batı medeniyetini vuruyordu. Bu yüzden Müslüman coğrafya çevrelenmeli, dizginlenmeliydi. Merkezi denetleyen ABD, diğer güçleri kenarda tutacak ve rakip olmalarının önünü alacaktı. Başarırsa yine patron o olacaktı! Afganistan işgalinin, Irak işgalinin gizli gerekçesi buydu. Açık gerekçesi ise el-Kaide ve Saddam Hüseyin’di. Pakistan’ın, Yemen’in, Suriye’nin, Orta Afrika’nın istikrarsızlaştırılması çabası da bu yüzdendi. Tanımlı bölgedeki her kimlik, her zaaf bu hedef için istismar edildi. Yüzlerce yıl birlikte yaşayan insanlar bölündü, aralarına kalın duvarlar örüldü, kendi içlerinde korkunç bir düşmanlığın esiri haline getirildiler. Kendileri savaşsın, Batı yorulmasın, amaç hasıl olsundu.

Bu “merkez savaş” yirmi yıl sonra çok daha genişlemiş, Türkiye’yi bile tehdit eder hale gelmiştir. Çünkü Türkiye, bütün ayrıştırma planlarına direnmiş dahası meydan okumuş, bununla da yetinmeyip küresel güç olma yolunda büyük bir vizyon ve atılıma girişmiştir. Dolayısıyla Ankara’nın bu vizyonu, merkezi kontrol etmeye çalışanlar açısından en büyük bölgesel tehdit haline gelmiştir.

11 Eylül saldırılarından hemen sonra neocon istilacılar, asıl hedefin Suudi Arabistan olduğunu ilan ettiler. Hatta bu yönde girişimlerde bulundular. Ancak ABD-Suud ortaklığı bu çatışmaya hazır değildi. Bölgede daha yapılacaklar vardı ve şartlar olgunlaşmamıştı. ABD ile İran arasında krizin yumuşaması, Tahran’a ambargonun kaldırılma sürecinin başlatılması bu dosyayı tekrar gündeme getirdi. Aynı çevreler, Suudi Arabistan’ı 11 Eylül’den sorumlu tutmak için yasa tasarısı hazırladı. Washington-Riyad ittifakı çökmüştü artık. Suudi yönetimi büyük bir öfke ile ekonomik kartı öne sürdü. 750 milyar dolarlık tahvilleri satacağını açıkladı. Bu satış gerçekleşebilir mi, emin değilim ama her halükarda ABD ekonomisini hatta dünya ekonomisini dalgalandıracağı bir gerçek.

Barack Obama’nın Riyad ziyareti bu çerçevede yoğun bir tartışma başlattı. Trilyon dolarları bulan Körfez fonları bir kart olarak kullanılabilir miydi? ABD’deki Riyad karşıtı yasanın ana amacının bu paraya el koymak olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Öyleyse burada başka bir şey var. Muhtemelen Washington yönetimi, Körfez fonları üzerinde sinsi bir hesap yapıyor. Bu paraya, terör fonu muamelesi yapıp el koyması uzak bir ihtimal değil. Onlarca yıllık birikimi çalarak, ekonomiyi düzeltme hesabı yapmak tam bir yağmacılıktır.

Obama’nın Riyad ziyaretinin merkezinde bunlar vardı. Merkezi denetim altına almanın tek hedefi küresel rakipleri devre dışı bırakmak değildi. Bölgedeki ülkelere de diz çöktürmekti. Bunun için de bütün kimlikleri çatışmaya dönüştürdüler. Müslümanları çevreleme planı yapanlar öldürücü bir silahı keşfetmişlerdi: Mezhep ayrılığı…

Bu ayrılık çatışmaya dönüştürülürse bölge geneline yayılacak bir “iç savaş” onlarca yıl devam edebilecekti. Bu savaşın iki ana cephesi ise İran ve Suudi Arabistan’dı. Tahran’ın son dönemde Yemen ve Basra Körfezi üzerinden Suudileri sıkıştırdığı biliniyor. Muhtemelen, Suriye’den sonra en fazla karışacak bölge Körfez olacaktır ve bu da Şii-Sünni savaşı olarak servis edilecektir. Suudi Arabistan’a muhtemelen şu şantajı öne sürüyorlar ya da sürecekler: İtaat et yoksa İran’la terbiye ederiz! 750 milyar dolar, bir süre sonra trilyon dolar olarak tartışılacak. Ama paranın dışında silahlar da devreye sokulacak. Bu, büyük bir kabus senaryosudur.

Buraya çok dikkat edin: Türkiye’nin güneyinde oluşturulmak istenen kuşak, Türkiye ile Arap-İslam kuşağı arasındaki bütün bağları koparmaya dönüktür. Yarın çıkarılacak mezhep savaşlarında, Sünni ülkelerle İran arasındaki kavgaya müdahil olma imkanı tamamen ortadan kalkacaktır. Bu, çok büyük bir hesaptır. Sadece Türkiye’yi Anadolu’ya hapsetmekle sınırlı değildir. Coğrafyayı paramparça edecek hesaplar karşısında Türkiye çaresiz hatta savunmasız bırakılacaktır.

Suudilerle ABD arasındaki yüz milyarlarca dolarlık para kavgası, küresel ölçekte devam eden örtülü ekonomik savaşın sadece bir kısmıdır. Asıl savaş merkez ülkeler arasında yaşanmaktadır ve daha da büyüyecektir. “Merkez”in kontrolü konusunda ABD öndedir, doğru. Ama hep önde olamayacaktır. Çok kısa zaman içinde Merkez’deki savaşların kaybedeninin sadece bölge ülkeleri olmayacağını da göreceğiz. Ama cephe orası olsa bile, ortada bir dünya savaşı vardır. Soğuk Savaş’tan hemen sonra başlamıştır. 11 Eylül, belki de bu savaşın ilan edilişi olmuştur.

Panama Belgeleri adı ile off-shore hesaplarının deşifre edilmesi, bu çatışmanın çok küçük bir sahnesidir sadece. İnanın, daha çok şey göreceğiz…

 

 

 

 

 

 

Dikkat çekenler...