Üretim hacmi açısından Türkiye, dünyanın en büyük sanayi ülkelerinden birisi. Ancak kişi başı üretim (katma değer) açısından İsviçre’nin yaklaşık onda biri, Almanya’nın ise yaklaşık beşte biri seviyesiyle sanayileşmemiş ülkeler arasında sayılabiliriz. Tekrar üretim hacmine dönersek, Türkiye’deki yıllık sanayi katma değer üretimi dünyanın en büyük sanayi ülkesi olan Çin’in yüzde 3’ü, ikinci büyük olan Amerika Birleşik Devletleri’nin de yüzde 6’sı seviyesinde.
Bu bilgilerden ortaya şu sonuçlar çıkıyor: (1) Türkiye sanayi alanında büyük; ancak yeterince büyük değil; (2) Türkiye sanayi alanında çok büyüyebilir; kişi başına sanayi üretimini uzun vadede bir kaç katına çıkartabilir. Bu ikincisi için Türkiye yeterli temele sahip. Ancak başarı için sınai üretim kabiliyetlerini geliştirmesi ve pahalı ürün üretip satması gerekiyor.
Üretim kabiliyetlerinin geliştirilmesi ancak üreterek olur. Zira bu kabiliyetlerin elde edilmesi için teorik üniversite kadar “fabrika üniversitesinin” de eğitimine ihtiyaç var. Çok üzerinde durduğumuz ancak henüz yolunun başında olduğumuz “üniversite-sanayi işbirliği” hiç kuşku yok kritik öneme sahip ancak yeterli değil. Basit bir örnek; Türkiye 1950’li yıllardan beri üniversitelerde uçak mühendisi yetiştiriyor. Ancak henüz montaj hariç uçak yapamıyor. Otomobilde de benzer durum söz konusu. Üniversiteden iki hizmet beklenir. Birincisi “bilinen bilginin” yeni nesle aktarılmasıdır. İkincisi ise yeni bilgi üretmektedir. Üniversite bu ikisini yaptığı ölçüde başarılı kabul edilebilir. “Fabrika üniversitesi” de aynı iki fonksiyona sahiptir. Aradaki en önemli fark, teorik üniversitenin tabiatı gereği daha çok teorik bilgi, fabrika üniversitesi ise pratik üretim bilgisi ile iştigal etmesindedir. Bu iki üniversitenin ikisi de ülke ekonomisine ayrı ayrı fayda sağlar.
Türkiye yerli otomobili, raylı sistem aracını ya da uçağı tasarlamak ve üretmek konusunda sıkıntı çekiyorsa bunun sebebi teorik üniversiteler kadar fabrika üniversitelerindeki eksikliğidir. Üretimin olmadığı alanlarda üretim başladıkça fabrika üniversiteleri de o alanlarda eğitime başlamış olacaktır.
Ancak, henüz üretimin olmadığı alanlarda üretime başlamak maliyetlidir. Özel sektör çok emin olmadıkça bu tür maliyetlerin altına girmez; yatırım yapmak için hazır bir pazar ister. Değişik ülke tecrübeleri, bu tür yatırımların yapılabilmesi için devletin öncü olması gerektiğini göstermektedir. Örneğin, Türkiye’de Sümerbank tarafından yapılan tekstil fabrikası yatırımları (burslu insan yetiştirilmesine dayalı beşeri sermaye yatırımları dahil) kuruldukları bölgelerde sonraki on yıllarda özel sektör tarafından büyük ölçekli sanayi yatırımlarının yapılmasına öncülük etmiştir: Kayseri, Kahramanmaraş, Malatya, Bursa, Bozüyük, Denizli gibi. Bu fabrikalar kuruldukları ilde bir sanayi kültürünün oluşmasını sağlamış ve özel fabrikalara işçi, mühendis ve yönetici sağlamış, teknoloji seçimlerine yardımcı olmuşlardır. İsveç’te ise devlet satın alma garantisi sayesinde uçak imalatçısı Saab’ın kurulmasını sağlamıştır.
Devamı Derin Ekonomi Dergisi Şubat 2018 sayısında…