Bin yıllık Batı’ya yolculuğumuzun sonuna mı geldik?

Türkiye’de derin sistemik dönüşümün en kritik adımlarından biri olan 16 Nisan halk oylamasına Avrupa’dan yükselen tepkinin anlamını ve arkasındaki hesabı tanımlamak oldukça güç. Aslında ortada bir tepki de yok. Doğrudan düşmanlık, nefret ölçüsüne varan bir siyasi söylem, ırkçılık, İslam düşmanlığı ve ona yeni yeni eklenen Türkiye düşmanlığı var.

Şaşırtıcı, tuhaf, kabul edilebilir olmayan ve çok açık bir Avrupa Birliği müdahalesi ile karşı karşıya Türkiye. Bundan önce Türkiye içinde operasyon yapanlar, kendilerince ‘tehlike’ hissettiklerinde içerideki ortakları üzerinden ayar verenler, ilk kez doğrudan ve tek cephe görüntüsü içinde dışarıdan, Avrupa’dan müdahale etmeye daha doğrusu saldırmaya başladılar.

Bu durum, içerideki ortaklarının zayıflamasıyla sınırlı bir tavır değişikliği değil. O ortaklar güçlerini korusalar bile bunu yapamayacaklardı çünkü Türkiye, onların operasyon yapabilme boyutlarının çok ötesinde bir güç olarak öne çıktı. Çok büyüdü, çok güçlendi, AB’ye itibar bile etmez oldu.

Coğrafyasında hızla öne çıktı, model oldu, öncü oldu, oyun kurucu oldu, AB dış politikası ölçeğinin de ötesine ulaştı ve tehdit olarak görülmeye başlandı. Bu aşamadan sonra Türkiye onlar için bir ‘tehdittir’. Türkiye’nin saldırganlaşmasından değil, yönetilebilir olmaktan çıkmasından, kendi yolunu tercih etmesinden, tarihi siyasi kimliğini bugüne taşımasındandır bu tanımlama biçimi.

Düşmanlıklarının, tehditlerinin, aşağılamalarının, yeni bir ‘Türk korkusu’ inşa etme girişimlerinin arkasında işte bu gerekçeler yatmaktadır. Dolayısıyla, son aylarda tanık olduğumuz şaşırtıcı müdahaleleri AB ülkelerindeki seçimlerle, Almanya ve Alman eksenindeki ülkelerin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la olan kişisel hesaplarıyla sınırlamak artık mümkün değildir. Elbette Erdoğan onlar için öncelikli tehdittir çünkü Türkiye’yi yönetilebilir alandan çıkaran kişi odur. On beş yıldır devirmeye çalıştıkları ve deviremedikleri kişi odur.

Bundan sonra Avrupa-Türkiye arasına kalın duvarların örüleceğini, AB’nin merkez ülkeleri ile Türkiye arasında derin bir kopuş yaşanacağını, onlarca yıllık AB ilişkilerinde radikal bir kırılma yaşanacağını, Türklerin bin yıldır devam ettiği Batı’ya yürüyüşünün belki de son noktasına gelindiğini, bu yüzden Türkiye’nin bu yeni kuruluş döneminde yeni bir gelecek planı yapmak zorunda kalacağını söyleyebiliriz.

İnsanlık bir kez daha medeniyet-kimlik ekseninde ayrışıyor. 21. yüzyıl bu ayrışmaların tarihi olacak. Batı dünyası Hristiyan geleneklerine dönerken, aşırı sağ ve yabancı düşmanlığını özellikle beslerken, İslam karşıtlığı üzerinden bir toplumsal kimlik şekillendirmeye çalışırken, içine kapanacak, jeopolitik hedeflerini bir kenara itip medeniyet eksenli önceliklerine göre bir geleceğe yürüyecektir.

Parçalanan, dağılan, yeni sömürge ve istila planlarına direnmeye çalışan Müslüman dünya, Batı için zaten öncelikli tehdit olarak tanımlanmıştı. Soğuk Savaş’tan bu yana işler hep bu tanımlama üzerinden yürütüldü. Adına terör dendi, terörle mücadele dendi, etnik kavgalar dendi, kaynak savaşları dendi ama hepsinin altında 21. yüzyılda ‘İslam’ı yenilgiye uğratma’ planları vardı. Müslüman kimlikli terör örgütlerinin şekillendirilmesi de bu proje kapsamındaydı.

İşte Türkiye, bu büyük hesabı, 21. yüzyılın hesabını bozacak tek ülke olarak öne çıktı. Hem de olağanüstü bir güç sıçramasıyla yaptı bunu. Bu arada İslami kimliğine, tarihi kimliğine daha bir sarıldı, bu kimlik üzerinden bir gelecek yürüyüşü başlattı ve bunu gizleme gereği bile uymadı.

Kavganın temelinde, ayrışmanın temelinde bu vardır. Ve bu hesaplaşma, içinde bulunduğumuz yüzyıl boyunca da devam edecek. Batı’dan gelen tehditlere ‘Haçlı savaşı’ ya da ‘Haçlı tehdidi’ denmesinin nedeni de budur. Böyle bir gelecekte Türkiye ile Avrupa arasındaki güvensizlik duvarlarının yıkılması mümkün olmayacaktır. Ya Avrupa Hristiyan kimliğini yeniden geri plana atacak ya da Türkiye Müslüman kimliğini, tarihsel duygularını yeniden toprağa gömecek. İkisi de olamayacağına göre, kriz daha da derinleşecektir. Tabi Avrupa Birliği üst yapışının dağılması, bu çözülme ile Avrupa içi krizlerin patlaması da beklenen gelişmelerdir. AB haritası birkaç parçaya ayrılacak, iki dünya savaşında kendini gösteren cepheler yeniden ortaya çıkacaktır. İslam’la savaşa odaklanan Avrupa, büyük ihtimalle kendi içinde de büyük bir hesaplaşmaya gidecektir.

Sanıldığı gibi büyük kriz, Batı ile İslam dünyası arasında değil, Batı’nın kendi içinde ve Batı ile Asya’nın merkez güçleri arasında patlayacaktır. Bizler, bu dönemde olağanüstü savunma dönemine girmek, savunma teknolojilerinde hızlı bir yükseliş gerçekleştirmek zorundayız. Afrika’dan Ortadoğu’ya, Asya’nın derinliklerine kadar yeni bir ilişkiler ağı şekillendirmek, Asyalı merkez güçlerle güçlü ortaklıklar inşa etmek zorundayız. Artık AB Türkiye için bitmiştir, milletimizin hafızasındaki yerini kaybetmiştir. Yerine yeni bir tehdit, düşman yerleşmiştir. Yüzlerce yıldır devam ettirdiğimiz Batı’ya doğru ilerleme düşüncesinin sonuna gelmiş olabiliriz. Siyasi hafızamızı, hesaplarımızı, kimliğimizi bu yeni durumlar çerçevesinde yeniden tanımlama mecburiyeti ile karşı karşıyayız. İşte asıl büyük değişim budur!

Dikkat çekenler...