23 Haziran’dan sonra

23 Haziran’da yenilenen büyükşehir belediye başkanlığı seçimi geride kaldı, İstanbul halkı kararını verdi. Ortaya çıkan sonuç, yalnızca İstanbul için değil tüm Türkiye için mesajlar taşıyor. Nitekim seçimin hemen ardından merkezi yönetim konusunda da birtakım tartışmalar gündeme geldi. Şimdiden özellikle Ak Parti teşkilatında, parti yönetiminde ve kabinede önemli değişiklikler yapılacağı söyleniyor, bu konuda bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından verilen ciddi sinyaller söz konusu.

Seçim sonrasında yeniden tartışmaya açılan başlıklardan biri de başkanlık sistemi oldu.Özellikle muhalefet cephesinden 23 Haziran sonuçlarının başkanlık sistemini sorgulamaya açtığına ilişkin değerlendirmeler yükseldi ancak ben aynı fikirde değilim. Aksine, ferah bir kafayla düşünüldüğünde, son seçim sonuçlarının orta ve uzun vadede başkanlık sistemini güçlendirmesinin çok daha muhtemel olduğunu söylemek mümkün. Bu iddiamın ardındaki ana argüman ise, başkanlık sisteminin, 31 Mart ve 23 Haziran’da ortaya çıkan seçim sonuçları itibariyle, artık sadece iktidara değil muhalefete de ehven gelme ihtimaline dayanıyor. Evet, son seçim sonuçları, başkanlık sistemini zayıflatmaktan ziyade sağlamlaştırabilir çünkü muhalefet ancak bu şekilde, yani yeni sistemin yüzde 50+1’i yakalamak üzere zorunlu olarak beraberinde getirdiği ittifaklar sayesinde kazanabileceğini görmüş durumda. Daha geniş bir bakış açısıyla, Türkiye’de yerel ve genel iktidar sirkülasyonunu demokratik yollarla sağlamak bakımından başkanlık sistemi parlamenter sisteme göre çok daha elverişli bir çerçeve sunuyor. Tabii bu, mevcut sistemin kusursuz olduğu anlamına gelmiyor. Bir senelik tecrübeden sonra birtakım revizyonların yapılması şart. 31 Mart ve 23 Haziran sonuçları bu açıdan hızlandırıcı olabilir. Sistemin sağlıklı işlemesi için en kritik nokta ise, devlet başkanlığı ile parti başkanlığını ayrıştırmak. Bu konuda Ak Parti’de de bir arayış olduğuna ilişkin haberlere rastlıyoruz. Başkanlık sisteminin doğası gereği seçilen başkanın partisiyle ilişkisi devam etmelidir.

Bu, parlamenter sistemde öngörülen ‘partisiz cumhurbaşkanı’ gibi siyasi hayatın doğal akışına aykırı ve esasen ‘riya üreten’ bir dinamiği ortadan kaldırdığı için ayrıca önemli. Ancak bu konuda hassas bir nokta var: Seçilen cumhurbaşkanının partisiyle ilişkisi siyasi değil de hiyerarşik olduğunda, net ifadeyle cumhurbaşkanı aynı zamanda bir partinin genel başkanlığı koltuğunda oturduğunda, son seçimlerde gördüğümüz üzere birtakım mahzurlar doğabiliyor. Sözgelimi cumhurbaşkanının belediye seçimleri için bizzat sahada olması, demokratik mücadele açısından dengesizlik yaratabildiği gibi, sonuç tablosuna baktığımızda açıkça gördüğümüz üzere, halk nezdinde ters etki de doğurabiliyor. Son seçimlerden ve Türkiye’deki vaziyetten bağımsız olarak anayasal işleyişe teorik gözle baktığımızda, şu tespitleri de yapmak mümkün:
Başkan ile partisi arasında siyasi bağ zaten olmak zorunda ancak bu ilişki hiyerarşik olursa, yani başkan aynı zamanda partiye de hükmederse, bu, başkanlık sisteminin gerektirdiği güçler ayrılığı prensibine aykırı olur. Nitekim başkanlık sisteminin dünyadaki en popüler ve başarılı uygulaması olan ABD’de başkanlar partilidir ama partinin lideri değildir.
Cumhurbaşkanı gibi güçlü bir figürün partinin de lideri olması, yasamanın yürütmenin kontrolüne girmesine sebep olabilir, bu da hem parti içinde hem de partiler arasında sürekli bir siyasi gerginlik kaynağı oluşturabilir. En doğrusu, cumhurbaşkanının partisiyle ilişkisinin kesilmemesi ancak bu ilişkinin hiyerarşik de olmamasıdır.

Bu noktada parti içi demokrasinin güçlendirilmesi, adayların ön seçimle belirlenmesi, seçim kanununda değişiklik yapılarak dar ya da daraltılmış bölge seçeneklerinin benimsenmesi gibi adımlar, başkanlık sisteminin demokratik ve sağlıklı işleyişi bakımından büyük önem arz ediyor. Böyle bir yapı kurulabildiği takdirde, tabanda şekillenen talep, beklenti ve kanaatlerin üst kademelere doğru ve hızlı bir şekilde ulaşması için çok daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir kanal açılmış olur. Siyasetin oksijensiz kalıp boğulmaması için böyle bir nefes borusunun oluşturulması şart.

 

 

 

Dikkat çekenler...