Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da alınması planlanmıştı. Marmaris’e gidince planlar değişti. Marmaris’ten alınacak, Milas üzerinden Çiğli Askeri Üssü’ne götürülecekti. Cumhurbaşkanı’nın yeri bulunamazsa ABD yerini tespit edecek ve bildirecekti. Ele geçirildikten sonra onu kurtarmaya dönük operasyon yapılırsa orada öldürülecekti. Ele geçirilemezse Hava Kuvvetleri ülkeyi yerle bir edecek saldırılar yapacaktı.”
Darbeci Yarbay Murat Bolat’ın itirafları korkunç! Bir gün önce Ankara Ostim’de bir evde toplanırlar. Operasyonun son hazırlıklarını yaparlar. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, İçişleri Bakanı Efgan Ala ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan ilk hedefleriydi. Yakalanacak, belki de öldürüleceklerdi.
Erdoğan için üç Skorsky, altı Cougar ile 90 kişilik SAT ve MAK ekibi görevlendirilmişti. ABD askeri unsurları, darbecilere Cumhurbaşkanı’nın yerini ve konumunu bildirecek, yakalama veya suikast planı bu bilgiye göre yerine getirilecekti.
15 Temmuz akşamı, Türkiye’nin siyasi tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir cinayet ve ihanet örneği sergilendi. Bir ülke, bir devlet, bir millet, Türk Silahlı Kuvvetleri içine yerleştirilmiş, orada beslenip büyütülmüş terör örgütü üzerinden açık saldırıya uğradı. ABD yönetiminin besleyip büyüttüğü, koruduğu Gülen ve teröristleri, sadece darbe değil, bir tür iç savaş ya da içeriden işgal planını uyguladı. Biz, bu saldırıyı Gülen ve teröristleriyle sınırlı görmüyoruz. Saldırı bir Türkiye planıydı ve doğrudan ABD yönetimi tarafından yapılmıştı.
Türkiye açık biçimde ABD saldırılarına maruz kalıyordu. Türkiye tarihin en büyük terör saldırılarına maruz kalıyordu. Türkiye, silahlı kuvvetler içinden harekete geçirilen bir örgüt üzerinden iç savaşa hazırlanıyor, sokak terörüne zorlanıyordu.
Bir milletin meclisi F-16’larla bombalanıyordu. Bir milletin kutsallarına saldırılıyor, bir ülkenin Cumhurbaşkanı öldürülmek isteniyor, suikast timleri peşine takılıyordu. Helikopterler sokakları tarıyor, savaş gemileri saldırıya hazır hale getiriliyor, orta menzilli füzeler hâlâ hedefi öğrenilemeyen yerlere saldırı için konumlandırılıyordu.
Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan, medeniyetlerarası ilişkinin sembollerinden olan ve adı 15 Temmuz Şehitleri Köprüsü olarak değiştirilen Boğaz Köprüsü üzerinden insanlar kurşuna diziliyor, tanklarla eziliyor, keskin nişancı saldırılarına hedef oluyordu.
ABD’yi ve sembollerini vuran 11 Eylül saldırılarından çok çok büyük saldırılar, hemen hemen aynı yöntemlerle Türkiye’yi vuruyordu. Hem darbe, hem terör, hem toplumsal çatışma senaryosu aynı anda servis ediliyordu.
Türkiye’yi 15 yıl yöneten, vesayetten kurtarma yolunda dev adımlar atan, üçüncü ligden küresel iktidar alanına taşıyan, 100 yıllık uykusundan uyandıran, geçmişi ve geleceğiyle bütünleştiren, özgüvenini hatırlatan, toplumsal ve siyasal devrim yürüyüşüne başlatan siyasi akıl, siyasi kadrolar, bu akıl ve kadroların öncüsü tasfiye edilmek, cezalandırılmak, yok edilmek isteniyordu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bitmemiş bir hesap vardı ve bu hesaplaşmanın en şiddetli cephesi açılıyordu. Türkiye Cumhuriyeti yeniden vesayet altına almak için terörle terbiye edilmeye, diz çöktürülmeye, teslim alınmaya çalışılıyordu. Bu projenin Gülen ve teröristlerini aşan boyutları vardı.
Gezi isyanıyla, o sokak terörüyle Türkiye içinde bir büyük proje uygulandı. Siyasi öncüleri yok etme, ülkeye diz çöktürme, yeniden kontrol altına alma oyunuydu bu. Anadolu’nun tarih yapan ana omurgası, buna izin vermedi. O senaryo ile sadece etnik çatışma değil, sonsuz Alevi-Sünni savaşları planlanmıştı.
Başarısız olunca bu sefer Gülen ve teröristleri harekete geçirildi. Sivil ve askeri bürokrasiye yerleştirilen ve 40 yıldır bu günler için beslenen, Türkiye içinde istihbarat ağı olarak kullanılan ihanet şebekesi, “yolsuzluk” gibi kamuoyunun hassas olduğu bir söylem üzerinden sivil darbe yapmaya kalkıştı.
Yine öncüler ve o kadro tasfiye edilecek, Türkiye’nin büyük yürüyüşünü besleyen damarlar kurutulacak, on binlerce insan içeri alınacaktı. Ellerindeki gözaltı ve infaz listeleri tamamen CIA ve İsrail istihbaratının belirlediği isimlerden oluşuyordu. Bu da başarılı olmadı. Yine millet, milyonlar sokağa akın ederek bu büyük kumpası boşa çıkardı. Liderine, siyasi kadrolarına, ülkesine ve geleceğine sahip çıktı.
Hemen ardından 7 Haziran seçimleri öncesi HDP üzerinden iç politik manipülasyonlar başladı. Özellikle Doğan grubu, küresel ölçekte bir proje için seferber edildi. Gülen ve terör ağı, PKK’nın siyasi kolu HDP ve diğer terör grupları ile ortak bir proje yürütüldü. Maksat AK Parti’nin tek başına iktidar olmasının önüne geçmekti. Başardılar da. ABD ve Avrupa’nın desteklediği proje sonuç doğurdu ve AK Parti tek başına iktidar olma şansını kaybetti.
AK Parti-CHP koalisyonu için kolları sıvadılar. Amaç, AK Parti’nin CHP eliyle rehin alınması, etkisizleştirilmesiydi. O zamanlar; “Koalisyon AK Parti için intihardır, CHP eliyle rehin alınacak, bu 7 Haziran öncesi projenin ve 17 Aralık senaryosunun devamıdır” içerikli yazılar yazıyorduk. Çünkü Türkiye’ye müdahale, açık saldırı devam ediyordu. Gezi neyse bu koalisyon hesabı da onun bir parçasıydı. Olmadı, yapamadılar. Koalisyon kurulamadı ve yeniden seçime gidildi. İşte bu seçim, taşları yerine oturttu. Türkiye büyük bir badire atlatmıştı. O ana omurga yeniden ülkeye el verdi, güç verdi ve büyük yürüyüş devam etti.
Ama onlar yılmadılar, bıkmadılar, usanmadılar. Hemen yeni bir senaryo devreye soktular. PKK Güneydoğu’da şehirlerimizi, ilçelerimizi işgal etmeye başladı. İçeriden işgalin en çirkin örneğini yaşıyordu. Terör, Türkiye’ye karşı en acımasız haliyle uygulanır olmuştu. Yüzlerce şehit verildi. O mücadele teröre karşı değil, bir terör örgütü üzerinden servis edilen çokuluslu işgal girişimine karşı bir mücadeleydi. Türkiye çok ağır bir cevap verdi, bunu beklemiyorlardı ve sonuç alındı. 17 Aralık’tan ve 7 Haziran seçimleriyle planladıkları darbelerden sonraki terör senaryosu da boşa çıkmıştı. Ülkemiz “Acımasız Direniş”in en dokunaklı örneklerini sergiliyordu.
Gülen ve terör çetelerine yönelik kamuoyu hassasiyeti en üst düzeydeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ısrarla kamuoyunu, sivil ve askeri bürokrasiyi bu yönde uyarıyordu. “Acırsanız acınacak hale gelirsiniz” diyor, bu mücadelede gevşeklik gösterenlere işaret veriyordu. Ama hükümette yer alan bazı çevreler dahil, genel bir gevşeme, rahatlama, kayıtsızlık ortadaydı. Birçokları sinsice rollere giriyor, Gülen ve çetesine koruma sağlıyor, onların varlıklarını kamufle ediyor hatta kamu kurumlarına aldıkları personelleri büyük oranda onlardan seçiyordu.
Erdoğan’ın mücadelesi aslında bir ülke, millet, devlet mücadelesiydi. Bir gelecek mücadelesiydi. Türkiye’nin geleceğini ABD-İsrail istihbaratının içerideki uzantılarından kurtarma, millileştirme, yerlileştirme mücadelesiydi. Bu yüzden Batı dünyasında çok ağır saldırılara uğruyor, itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor, bu yüzden neredeyse baş düşman ilan ediliyordu. Erdoğan, ülkenin ve milletin geleceği için kurban seçilmekten yılmadı, usanmadı, geri adım atmadı.
Ve sonra, en ağır saldırılar geldi. Askeri darbe girişimi başladı. Tanklar sokaklara indi, şehirlere yöneldi. Uçaklar ve helikopterler bir düşman gücü olarak Türkiye’nin yer yerinde saldırılara başladı. Ülkenin Cumhurbaşkanı’nı öldürmek için suikast ekipleri gönderildi. Erdoğan giderse, yok edilirse Türkiye gidecekti, dağılacaktı, milleti bir arada tutan harç ortadan kalkacaktı. Ondan sonrası kolaydı, istedikleri gibi operasyon çekecek, ülke ile oynayacaklardı.
Yapılan plan sadece darbe değildi. İçeriden işgal ile iç savaş servis edilecekti. Sokaklar kan gölüne çevrilecek, Türkiye’nin Suriyeleştirilmesi başlatılmış olacaktı. Zaten dışarıdan çevreleniyor, Anadolu’ya hapsediliyordu. Bir de iç çatışma çıkarılırsa Türkiye ve bölgenin yeni haritasını çizmek için şartlar olgunlaşmış olacaktı.
Milletimiz, insanlarımız, Anadolu’da bin yılın tarihini yazan o irade, o ana omurga, ülkenin kaderine müdahil oldu. Tanklar, uçaklar, helikopterler, Gülen ve terör örgütü, ABD istihbaratı, ABD ordusu, Avrupalı bazı ülkeler bu irade karşısında rezil oldu. Yüzlerce şehidimiz var; kurşunlara direnen, tanklara direnen insanlarımız var. Onlar 15 Temmuz’da bir ülkenin, milletin tarihini yeniden biçimlendirdi, suyun yönünü yeniden belirledi.
Türkiye’nin siyasi tarihine bu saldırı, bir utanç hikayesi olarak yazılacaktır. Dışarıdaki ve içerideki ortakları, toplumsal hafızadan asla silinmeyecektir. Yarının ders kitaplarında yeni Türkiye için milat olarak okutulacaktır. Bir tarih 15 Temmuz’dan başlatılacaktır. Yüzyılın ihanetine imza koyanlar, o vatan hainleri, onları Türkiye’ye saldırtanlar ebedi düşmanlar olarak bu toprakların ruhuna sinecektir.
Dünya tarihinde bu olay, bir milletin özgürlüğe tutkuyla nasıl bağlandığına dair ibretlik bir örnek olarak gösterilecektir. Batı dünyası, Batı değerleri dedikleri her şeyi çöpe atarak, tankların arkasına gizlenmenin rezilliğini hiçbir zaman gizleyemeyecektir. Biz, bunu her fırsatta yüzlerine vurmaktan çekinmeyeceğiz.
15 Temmuz yeni İstiklal Savaşı’nın tarihidir. Tabi Yeni Türkiye’nin de kuruluş tarihidir!