100 yıl sonra Ekim İhtilali

Bolşevik Devrimi ya da Rus İhtilali gibi başka birçok adla da bilinen, 1917 yılının Kasım ayında gerçekleşmesine rağmen o dönem kullanılan Rus takviminden ötürü Ekim İhtilali diye anılan tarihi dönüm noktasının 100. yılını geride bırakmak üzereyiz. İhtilal, yalnızca içinde gerçekleştiği I. Dünya Savaşının gidişatını değil, bütün bir 20. yüzyılın kaderini belirleyen en büyük olay olarak tarihe geçti. İhtilalden sonra Rusya’nın büyük savaştan çekilmesiyle güç dengeleri köklü bir şekilde değiştiği gibi, ihtilal liderliğinin ülkenin eski müttefikleriyle yaptığı gizli anlaşmaları ifşa etmesi, Türkiye de dahil olmak üzere geniş bir coğrafyanın geleceği hakkındaki gerçek niyetlerin ortaya dökülmesini sağlamıştı.
Ekim İhtilalinin, Türkiye’ye yansımaları doğrudan ve belirleyici mahiyette oldu. Her şeyden önce Osmanlı devleti, doğu topraklarının önemli bir kısmını işgal etmiş olan büyük bir düşmandan kurtulmuş oldu. Daha sonra 1919’da başlayan Milli Mücadele Hareketi de, Sovyet ihtilal liderliğinden ciddi bir teveccüh görmekle kalmadı, kritik önemde bir maddi destek de sağladı. Anadolu’da başlamış mücadeleyi, daha sonra sosyalist bir devrime evrilebilecek bir küçük burjuva hareketi olarak gören Lenin ve yoldaşları, Batılı ülkelerle ve fiilen onların arkaladığı Yunanistan ile savaşan Ankara hükümetinin yanında durmayı, diğer doğu halklarını kazanmak açısından da stratejik bir tercih olarak görüyordu.
Ekim İhtilalinin dünyadaki esas etkisini görmek için ise II. Dünya Savaşının sonunu beklemek gerekti. İki savaş arasını, özellikle de Lenin’in beklenmedik ölümünün ardından Stalin’in iktidara geçmesiyle, hızlı bir kalkınma ve endüstrileşme dönemi olarak geçiren Sovyet Rusya, bu sert politikasını uygulamaya geçiriken milyonlarca insanının hayatını hiçe saydı. Büyük sürgünler, kıyımlar, akıl almaz insani trajediler yaşandı.
II. Dünya Savaşında ABD liderliğindeki kapitalist blokla birlikte Almanya’ya karşı savaşan Stalin Rusya’sı, Nazi rejiminin nihai yenilgisinden en kârlı çıkan güçlerden biri oldu. Savaştan sonra dünya, Berlin şehrinin ortasından başlayarak Sovyetler ve ABD liderliğindeki Atlantik ittifakı arasında ikiye bölünüp paylaşıldı. İki büyük güç bloku, 20. yüzyılın geri kalanına damga vuran Soğuk Savaş yılları boyunca mıntıkalarını muhafaza etmekle yetindiler; karşılıklı tehditler, küçük ihlal ve çatışmalar dışında blok sınırlarının dışına pek taşmadılar. Bu düzen 20. yüzyılın son on yılına kadar neredeyse yarım asır boyunca devam etti.
Rivayete göre Çin komünist devriminin en önemli figürlerinden biri olan, başbakanlık da yapmış Zhou Enlai’ye Fransız Devrimi hakkındaki fikirleri sorulduğunda, “Değerlendirme yapmak için henüz erken” diye cevap vermiş. Tarihi olayların etkileri hakkında konuşmak için her zaman erkendir ancak üzerinden bir asır geçmiş Ekim İhtilali hakkında bugünden bakılınca daha sarih görünen birkaç noktaya değinmekte bir sakınca yok.
İddiamızı baştan ortaya koyalım: Ekim Devrimi esasen, liderliği kozmopolit Rus küçük burjuvazisi tarafından üstlenilmiş, motivasyonunu Batı karşısında ekonomik, kültürel ve politik az gelişmişliği telafi etme arzusundan alan, bununla birlikte hedefine de öncelikle Batı emperyalizmini koyan milliyetçi ve kalkınmacı bir hareket olmaktan öte bir şey değil. Zevahirdeki sosyalist ideoloji makyajına çok takılınca işin bu milliyetçi yönü hemen ihmal ediliyor oysa.
Bu gözle bakınca, Ekim ihtilalinin Türkiye’ninki de dahil olmak üzere diğer milliyetçi/kurtuluşçu hareketlerle büyük benzerlikleri var. Milli Mücadeleye, Osmanlı askeri/sivil bürokrasisiyle birlikte Osmanlı aydınları, yani küçük burjuvazi önderlik yaptı. Milli Mücadele ve sonrasında şekillenen Kemalist hareket de, Batı karşısındaki ekonomik/kültürel/politik geri kalmışlıktan yakınıyordu, enerjisini ve meşruiyetini bu eksiği giderme iddiasından devşiriyordu. Ve yine Milli Mücadele de, Kemalist hareket de, bir Batı’ya yetişmeye çalışırken diğer yandan ideolojik konfigürasyonunun temelini anti-emperyalizmle atıyordu.
Ekim İhtilalinin, kendisini dünyanın diğer yerlerindeki milliyetçi/kurtuluşçu hareketlerden ayıran, dünya çapında daha çok taraftar bulmasını ve model alınmasını sağlayan, Rusya’yı yarım asır boyunca dünyanın iki büyük gücünden biri haline getiren birtakım özgünlükleri de vardı kuşkusuz. Bunlardan ilki, hareketin fikri temelini oluşturan Marksist ideolojiydi elbette. Bu ideolojinin en baskın niteliklerinden veya iddialarından biri enternasyonalizdir. Böyle bir ideolojiyle yola çıktığınız zaman, en azından söylemde -ve bir ölçüde de eylemde- enternasyonalist bir görüntü vermeniz icap eder.
Rus ihtilaline daha evrensel/enternasyonalist bir görüntü kazandıran ikinci özgün faktör, devrimin kozmopolit liderliğiydi. Hareketin lider kadrosu, Rusya’nın ve hatta Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelmiş, farklı dini ve etnik mensubiyetlere sahip figürlerle şekillenmişti. Stalin bir Gürcü, Troçki bir Yahudiydi. Bu kozmopolit liderlik kompozisyonu, dar bir milliyetçi siyaset gütmeyi zorlaştırıyordu.
Ekim İhtilalini özgünleştiren üçüncü faktör, bizzat Rusya’nın kendisiydi. Baltık Denizi ve Avrupa içlerinden Pasifik kıyılarına, Kuzey Kutbundan Kırım ve Orta Asya’ya kadar uzanan olağanüstü geniş coğrafyası ve bu coğrafyanın barındırdığı geniş dini ve etnik çeşitlilik (Rus imparatorluk sınırları bundan çok daha geniş bir araziyi ve çeşitliliği ihtiva ediyordu) dar bir milliyetçi hareketi anlamsız ve işlevsiz kılıyordu. Başka bir deyişle, Rusya neredeyse doğası gereği enternasyonalist olmak zorundaydı.
Bu ve başka faktörler, Ekim İhtilalinin diğer milliyetçi/kurtuluşçu hareketlerden farklı bir görüntü arz etmesine sebep olmuş ve bu görüntü farklılığı bir ölçüde hareketin yönünü de şekillendirmiştir kuşkusuz, ancak bu tarihi olaya bir asırlık mesafeden ve yaşadığımız tarihi tecrübeler ışığında baktığımızda, ihtilalin milliyetçi özünü kesinlikle gözden kaçırmamak gerekiyor.

Dikkat çekenler...