AŞIRI SAĞDAN SONRA

AVRUPA AŞIRI SAĞI NEREDEN NEREYE?

Avrupa’da aşırı sağın son dönemdeki yükselişi, tabii bir siyasal yükseliş olmaktan ziyade, bir enstrümantalize edilişle, kendisine tanınan oyun alanının bilinçli bir biçimde genişletilmesiyle mümkün olmuştur. Gerek yabancı karşıtlığı gerekse Avrupa’da yükselen AB karşıtlığı, dönemsel olarak enstrümantalize edilmiş, merkez siyasetin çökmesi sonrası ortaya çıkan saha aşırı sağ hareketlere bırakılmıştır. Bu sahanın aşırı sağa terkedilmesinin dönemsel bir tutum olduğunu iddia etmek son derece akla yatkındır; zira Almanya başta olmak üzere Avrupa Birliğinin hiçbir ülkesi, aşırı sağın merkeze yerleşmesi riskini göze alacak durumda değil.

M. Tacettin Kutay
Türk-Alman Üniversitesi

Dutch far right Party for Freedom (PVV) leader Geert Wilders campaigns for the 2017 Dutch election in Spijkenisse, a suburb of Rotterdam, Netherlands, February 18, 2017.          REUTERS/Michael Kooren

Avrupa’da 2016 ve 2017’de yapılan seçimler aşırı sağ partilerin yükselişinin dikkat çektiği bir süreç şeklinde geçti. Avusturya Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde aşırı sağ FPÖ’nün adayı Norbert Hofer’in galibiyeti kıl payı kaçırması sonrası gözler Hollanda ve Fransa seçimlerine çevrildi. Hollanda’da Wilders kendisinden beklenen patlamayı yapamazken, Fransa’da Le Pen Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde ikinci tura kalarak tarihi bir başarıya imza attı. Şimdi gözler 24 Eylül’de yapılacak Almanya seçimlerine çevrilmiş durumda. Anketler aşırı sağ hareketler NPD ve AFD’nin girmiş oldukları yükseliş trendinin son bulduğunu ve söz konusu partilerin oylarında düşüş olduğunu ortaya koyuyor. Akla ister istemez, aşırı sağın geleceğinin ne olacağı ve yükseliş trendinin geçici bir durum olup olmadığı soruları geliyor. Aşırı sağ nasıl yükseldi? Yakın bir gelecekte nasıl bir yere gelmesi beklenebilir?
TARTIŞMA NEREDEN ÇIKTI?
Fransız İhtilali’nin en karmaşık günlerinde, İhtilalin şahin isimlerinden Jean Paul Marat tarafından söylendiği kulaktan kulağa yayılan bir söz, Paris’i kasıp kavurmaktaydı: “Madem ki biz Kral’ı indirerek bir millet yarattık, öyleyse millet içindeki ayrık otlarından temizlenmelidir. Üç yüz bin kelle istiyorum! Üç yüz bin kelle!” Marat, Jakoben Kulübü’nün önde gelenlerindendi. Boyu bir buçuk metre idi ve kafası vücuduna oranla lüzumsuz derecede büyüktü. Bu sebeple muhalifleri tarafından ‘ihtilalin kafası’ diye dalga geçilen bu gazetecinin –ki asıl mesleği tabiplikti- asıl sorununun insanlar ile değil, kelleler ile olduğu yorumu yapılmaktaydı.
Ne kadar dalga geçilirse geçilsin Marat’nın kelle talebi İhtilal’in kültürü haline geldi ve Concorde meydanına kurulan ‘giyotin’ her gün yüzlerce kelleyi aldı. Giyotine çıkmak için herhangi bir suçunuzun olması gerekmiyordu; bir kişinin halk düşmanı, millet düşmanı olarak görülmesi, yahut bu potansiyele sahip olduğunun düşünülmesi kendisini bu ölüm makinasında bulmasına sebebiyet veriyordu.
Bu iddiamızın yüzlerce delili vardır. Bunun en tipik örneği Avukat Camille Desmoulins ve karısının idamıdır. Desmoulins’in tek suçu Robespierre aleyhtarı olması idi. Karısının suçu ise Desmoulins’in eşi olmaktan başka bir şey değildi. Bir millet doğuyordu ve millet içinde ayrık otlarına kimsenin tahammülü olamazdı. Fransa’daki ‘gayrı Fransız’ unsurlar temizlenmeli, fransızlaşmalıydı. Örneğin hiçbir Korsikalı Fransız olmadığını iddia edemezdi. Fransızlaşan Korsikalılar’ın en tipik misali de Napoleon Bonaparte’tır.
İhtilal bir yandan ‘insanlık değerleri’, ‘ulusların kardeşliği’ gibi prensiplerden dem vururken, diğer yandan homojen bir ulus yaratmak uğruna elde tırpan dolaşan Jakobenler ve Dağlılar, her türlü farklılığı toplumdan ayıklamaya ve ayrıştırıcı olduğunu iddia ettiği Kilise gibi kurumları yıkmaya azmediyordu. Fransa her şeyin üstünde görülmüş, Fransız olmak ise bütün değerlerden daha yüce olarak yorumlanmıştı.

Devamı Derin Ekonomi Dergisi Haziran 2017 sayısında….