Yeni güç mücadelesi; Koridor Savaşları

Uzun bir süredir tüm projeksiyonlar ekonomide ağırlık merkezinin batıdan doğuya kaydığını net olarak gösteriyor. Gelinen noktadaki veriler de bu projeksiyonları doğruluyor. Bu gelişmenin Doğu da farkında, Batı da. Her iki taraf da hazırlıklarını da buna göre yapıyor. Doğu var gücüyle ar-ge’ye, teknolojiye yöneliyor, Batı da bir o kadar doğudan yükselen güçlerin önünü kesmeye çalışıyor. Hatta Batılı ülkeler çoğu zaman bunu uluslararası ticaret hukukunu çiğneyerek yapıyor. Kimi zaman gümrük vergisini artırıyor, kimi zaman kendisi için tehdit gördüğü şirketlerin CEO’larını gördüğü yerde tutukluyor, o markaların ürünlerinin kullanımını yasaklıyor. Ve son olarak bu savaşa “ticaret koridorları” da dâhil oldu. Ancak açık ara geç kalarak. Zira ABD ve Avrupa’nın öncülüğünde G20’de imzalanan Hindistan Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Yolu ile Çin’in Tek Kuşak-Tek Yol Projesi’nin ve Çin’in önünün kesilmesi amaçlanıyor. Ancak hatırlatalım Tek Kuşak-Tek Yol Projesi 2013’te ilan edildi ve 10 yıldır 150 ülkede onlarca işbirliğiyle 1 trilyon doları aşan bir altyapı yatırımı hayata geçirildi. IMEC olarak da adlandırılan Hindistan Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Yolu’nun ise yatırım ve finansman planı henüz ortada yok. Hatta küçük ama büyük bir not düşelim, IMEC’te yer alan Yunanistan’daki Pire Limanı Çinli bir şirket tarafından satın alındı. Ama IMEC’te Türkiye’nin yer almıyor olması ise başka bir talihsizlik. Pandemi nedeniyle tüm dünyanın durduğu bir dönemde bile üretimini aksatmadan devam ettiren “Güvenli Tedarik Merkezi” haline gelen Türkiye, hem üretimin, hem enerjinin merkezi olmuşken ve coğrafi açıdan doğal bir lojistik merkeziyken Türkiye’nin bu projede yer almıyor olması büyük bir eksiklik. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle “Türkiye’siz bir koridor olmaz”ı yine tecrübe ederek görecekler. Ancak üzerinde çalışılan ticaret koridorları sadece bunlarla sınırlı da değil, farklı rotalar da var. Artık küresel ticarette yeni güç mücadelesinin ticaret koridorları üzerinden şekillendiği bir sürece girerken Z Raporu’nda bu yeni süreci analiz ettik.

Bu ay Cumhuriyetimizin 100. yaşını kutluyoruz. Türkiye Osmanlı’dan devraldığı büyük mirası Cumhuriyet ile başka bir kademeye taşıdı. Ancak 100 yıllık ekonomik gelişmeleri de incelediğimizde görüyoruz ki Türkiye’ye sürekli saldırılara maruz kalmış ve ekonomik gelişmesi de hep sekteye uğratılmış. Ancak son 20 yılda bu saldırılara karşı daha güçlü bir kalkan oluşturuldu ve ekonomik açıdan da kesintisiz bir büyüme içine girildi. Ve artık daha büyük hedeflerle, yerli ve milli teknoloji ve üretim gücüyle “Türkiye Yüzyılı” başladı. Bu ay Z Raporu’nda Ticaret Bakanı Prof. Dr. Ömer Bolat ile gerçekleştirdiğimiz özel söyleşi de yer alıyor. Gerek yurtiçinde bazı alanlarda yaşanan fahiş fiyat artışlarına karşı alınan tedbirler ve bu tedbirlerin etkilerini gerekse de küresel ihracatta Türkiye’nin hedeflerini değerlendiren Bolat, “İhracat ekonomimizin itici gücü olmaya devam edecek” diyor. Eylül ayı içerisinde açıklanan OVP’de önemli bir ayrıntı vardı. Türkiye program sonunda orta gelir tuzağından çıkıyor, yüksek gelirli ülkeler ligine giriyor. Çok uzun süredir tartıştığımız orta gelir tuzağı konusunu da bu ay Z Raporu’nda işledik.

Yeni ekonomi politikasıyla politika faizi Eylül ayında yüzde 30’a geldi. Para politikası enflasyonla mücadelede yeniden etkin bir rol üstlendi. Bir yandan da son dönemde oldukça güçlenen iç talep soğutulmaya çalışılıyor. Küresel pazarlarda yaşanan daralmayla birlikte reel sektörün bu süreci nasıl geçirdiğini araştırdık. Her sektörün ortak sorunları olduğu gibi yapısal olarak farklılaşan sorunlarının da olduğunu gözlemledik. Bunların yanında farklı konulardaki dosya ve araştırmalarımızın, yine değerli yazarlarımızın birbirinden kıymetli yazılarının yer aldığı Z Raporu’nun Ekim sayısını keyifle okumanızı dilerim.

Dikkat çekenler...