Yeni dünya düzensizliği

2016’nın, dünya ve Türkiye açısından herhangi bir yıl olmadığını söylemek için çok fazla delil aramaya gerek yok. Şairin dediği gibi, her şey biz yaşarken oldu. Olan biteni bütün yakıcılığıyla etimizde kemiğimizde tecrübe ettik.
Türkiye 2015’te de kolay bir yıl yaşamamıştı aslında. 7 Haziran seçimlerinden sonra içine girilen ve neyse ki ‘istikşafi’ aşamada kalan koalisyon görüşmeleri devresi, bize mini bir 90’lar simülasyonu yaşattı. Aynı zaman diliminde PKK, ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ kampanyasıyla bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedefine koyan HDP’nin akla hayale gelmeyecek bir ittifak neticesinde barajı aşıp TBMM’ye girmesinden de aldığı cesaretle, hendek siyasetine start verdi. Bir çeşit iç savaş başlatma işine girişerek, Güneydoğu şehirlerini Suriyeleştirmeye rolüne soyundu.
Bu kalkışma yanıtını 1 Kasım seçimlerinde aldı. Kısa 90’lar simülasyonu yetmiş hatta artmıştı. Halk koalisyon arayışlarına, istikrarsızlık ihtimaline fırsat vermedi, AK Parti’ye verdiği güçlü destekle tek parti iktidarı yönünde tereddütsüz bir tercihte bulundu.
Bu sonuç, istikrarsızlığa yatırım yapanların heveslerini kursaklarında bırakmakla kalmadı, ciddi bir badirenin atlatıldığı hissiyatıyla 2016 yılına yönelik iyimser beklentileri de beraberinde getirdi. Ancak sonra öyle bir yıl yaşadık ki, 2015 gibi bir çalkantı ve belirsizlik yılını bile mumla aradık.
YILIN İLK SÜRPRİZİ: BREXIT
2016 yılının olağanüstü sıfatı eşliğinde anılabilecek ilk haberi Avrupa’dan geldi. Britanya halkı, ülkesinin AB’de kalıp kalmamasını oylamak üzere sandık başına gitti. Tahminler, anketler ve beklentiler aksini söylüyordu ancak 23 Haziran’da yapılan oylama çıkış istikametini gösterdi.
Avrupa’da tedrici ama istikrarlı bir yükseliş içinde olan yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı ve bunlara paralel yükselen aşırı sağ hatta ırkçı politikalarla birlikte, Yunanistan gibi AB ülkelerinde yaşanan ekonomik çöküşlerin yarattığı tartışmalar dikkate alındığında bu sonuca şaşırmamak gerekiyordu belki de. Ancak Britanya gibi tarihsel olarak soğuk kanlığıyla tanınan bir ülkeden fevri denebilecek böyle bir kararın çıkması dünya için büyük bir sürpriz oldu.
Yılın diğer büyük sürprizi okyanusun karşı tarafından geldi. Seçim yarışının ilk aşamalarında birçok yorumcu tarafından ‘siyasi bir şaka’ olarak görülen, Cumhuriyetçi Parti’nin adayı bile olması muhtemel bulunmayan Donald Trump, önce rakiplerini tek tek eleyerek partisinin adayı olmayı başardı. Bu ‘siyasi şaka’ bununla kalır diye bekleyenleri ise daha büyük bir şaka bekliyordu. Seçimden önceki güne kadar birçok anketin önde gösterdiği, piyasaların bile kazanmasını fiyatladığı Hillary Clinton, bu büyük şaka karşısında teslim bayrağını çekmek zorunda kaldı.
An itibariyle sadece ABD değil, tüm dünya bu beklenmedik gelişmeyi sindirmeye çalışmakla meşgul. Doların hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülke para birimleri karşısında gösterdiği ve bize de sert bir şekilde yansıyan hızlı çıkışı ve yüksek volatilitesi bu gelişmenin hâlâ tartılmakta ve anlaşılmaya çalışılmakta olduğuna işaret ediyor.
BELKİ DE YÜZYILIN OLAYI
Bunlar gibi belirleyici global gelişmelere ‘sürpriz’ diyeceksek, bizim yaşadığımız 15 Temmuz deneyimini, ‘tarihi bir şok’ olarak kayıtlara geçirmek gerekiyor. 2016 yılına girilirken darbe olacağını söyleyene deli gözüyle bakılırdı muhtemelen. Tanklar kışlalardan çıkıp köprüleri kapattığında en ehil yorumcuların bile muhtemel bir terör saldırısına karşı tedbir alındığı tahmininde bulunduğunu hatırlamak gerekiyor bu noktada. Türkiye bu büyük tarihsel şoku, bu eşi benzeri görülmemiş ihanet saldırısını, yine birçoklarını şaşırtan milletin eşsiz direnci ve kahramanlığıyla aşmayı başardı.
2016 yılın son günlerini yaşarken peş peşe maruz kaldığımız terör saldırılarına rağmen belanın büyüğünü atlattığımız kanaati ağırlık taşıyordu. 19 Aralık akşamı Ankara’da bir fotoğraf sergisi sırasında Rus büyükelçisine yapılan suikast, işimizin o kadar kolay olmadığını, mücadelenin henüz bitmediğini bir kez daha hatırlattı bize. Evet, belanın büyüğünü atlatmış olabiliriz, milletin feraseti ve cesaretine güvenebiliriz ama rahatlamak ve gevşemek için henüz çok ama çok erken.
Dünyada ve Türkiye’de yaşadığımız bu olağanüstülükler, bize sadece 2016 ve yeni başlayan 2017’ye ilişkin değil, daha genel olarak içinde bulunduğumuz döneme ilişkin de birçok şey söylüyor. Yaşadığımız bu zaman dilimine bir isim vereceksek, en uygun tercih ‘geçiş dönemi’ olur herhalde. 80’li yılların sonu, 90’ların başında Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra, ‘Yeni Dünya Düzeni’ remiziyle yeni bir uluslararası sistemin şekillendiği sıkça dillendiriliyordu. Bu konuda pek çok akademik tez, birçok iddialı kitap yazıldı. Oysa bulunduğumuz noktadan baktığımızda gerçek çok farklıymış gibi görünüyor. Berlin Duvarı’nın yıkılması, Sovyet blokunun çökmesi yalnızca bir dönemi bitirmiş, bir yenisini başlatmamış.
Dünya ve insanlık, o günden bugüne hâlâ bir arayış içinde. Eski ilişkiler sorgulanıyor, dostluklar düşmanlığa/düşmanlıklar dostluğa dönüşebiliyor, gözümüzün önünde ülkeler parçalanıyor, 2. Dünya Savaşı sonrasında şekillenen uluslararası ittifaklar çatırdıyor. Bu gaz ve toz bulutundan yeni bir ‘siyasi kozmos’ çıkacak elbette ama o düzenin koordinatları hakkında büyük sözler söylemek için henüz çok erken. Şimdilik karşı karşıya bulunduğumuzdan emin olduğumuz tek şey yeni bir dünya düzensizliği!

Dikkat çekenler...