Dünyada zamanı gelmiş bir fikrin karşısında durabilecek hiçbir güç yoktur.
Büyük yazar Victor Hugo’ya ait bu söz, elhak doğrudur. Uzun insanlık tarihine baktığınızda, bu dâhiyane sözün doğruluğunun defalarca teyit edildiği sayısız vakaya rastlayabilirsiniz. İnsanlık tarihi aynı zamanda, bu sözün ters versiyonunu da doğrulayan pek çok örnekle doludur: Zamanı ‘geçmiş’ bir fikri dünyadaki hiçbir zorba uzun süre ayakta tutamaz. ABD Başkanı Donald Trump’ın geçtiğimiz ay Beyaz Saray’a ısmarladığı hamburgerler ve Brexit anlaşmasının Britanya parlamentosunda büyük bir çoğunlukla reddedilmesi, fersude fikirlerin arkasında ısrarla duranların, zamanın ruhuna aykırı hareket edenlerin gelip kafalarını çarptıkları o büyük tarihi duvarın varlığını bir kez daha hatırlattı.
Trump’ın ABD’ye başkan seçilmesi, başka bir deyişle Trump’ın bizatihi kendisi, zamanın ruhuna aykırı bir garip vaka olarak önümüzde duruyor. Bu köşede defalarca dile getirdiğimiz gibi, Trump esasen, büyük globalleşme dalgası karşısında değişime ayak uyduramayan, gelirleri ve yaşam standartları tedrici bir şekilde gerileyen veya en azından artık yükselmeyen, zamanla gelecek umutlarını da kaybetmeye başlayan Batılı orta sınıfların siyasi memnuniyetsizliğinin neticesi olarak Beyaz Saray’a çıkabildi. Çıktıktan sonra attığı tüm adımlarda da, bu kesimlerin hassasiyetlerini gözeten politikalar izlemeyi tercih etti. Bunun için, devasa ölçekte bir karşılıklı ticaret hacmine sahip olduğu Çin’le ticaret savaşı başlatmaktan, köklü bir kurumsal işbirliği ağı içinde olunan Batılı müttefiklere tehditler savurmaya kadar her yola başvurdu.
Sonunda bu müzmin muhalif kesimi, en azından kısa vadede, rahatlatan ekonomik bir ortam yaratmayı da başardı gerçi ama piyasalardan gelen son sinyaller, bu ‘başarı’ için göze alınan maliyetlerin ciddi bir küresel resesyonu beraberinde getirdiğine, bunun da neticede bizzat söz konusu Batılı orta sınıflara da büyük zararlar vereceğine işaret ediyor.
Bu orta sınıfların, bugüne ve geleceğe ilişkin umutsuzlukları sebebiyle en çok suçladığı, günah keçisi ilan ettiği kesimler, göçmenler ve göçmenleri istihdam eden yeni ekonomik aktörler. Trump’ın seçim kampanyasından beri savunduğu ve bugün artık hayata geçirmek üzere büyük bir siyasi kavgaya giriştiği Meksika sınırına duvar projesi de, bu kesimleri tatmin etmeyi amaçlıyor.
Trump, zamanın ruhuna karşı verdiği bu kritik siyasi kavgada, her şeyi göze almış durumunda. Sınıra duvar örmek üzere talep ettiği ödenek yer almadığı için Temsilciler Meclisi’nden geçen bütçeye onay vermemesi sonucu federal devletin haftalardır kapalı kalmasına pek aldırış etmemesinin nedeni de bu. Son ara seçimlerle Demokratların kontrolüne geçen Temsilciler Meclisi’nin duvara şiddetle karşı çıkması ve kararında diretmesi, ortaya ‘tarihi’ denebilecek manzaraların çıkmasını beraberinde getiriyor.
Amerikan federal devleti bu yazı yazıldığı sırada hâlâ mecburi tatildeydi. Federal bütçenin onaylanmaması nedeniyle yaklaşık 800 bin çalışan zorunlu izne ayrılmış bulunuyor. Bunların arasında Beyaz Saray kadroları da var.
Bu mecburi izin pek çok aksaklığı beraberinde getiriyor tabii. Bunlardan biri de, Beyaz Saray mutfağının çalışmaması. Bu sebeple Trump, üniversiteler arası futbol liginde şampiyon olan oyuncuları ağırladığı kabulde, konuklarını aç bırakmamak için kendi cebinden Beyaz Saray’a 300’den fazla hamburger, patates kızartması ve pizza ısmarladı ve bunu büyük bir şovla cümle âleme ilan etti. Sosyal medyada ‘House of Carbs’ esprilerine konu olan bu absürt şov, zamanın ruhuna direnmenin doğuracağı trajikomik neticelere ilişkin bulunmaz bir örnek teşkil ediyor. Sermayenin, malların ve insanların sınır tanımadığı, global ticaret ve iletişim altyapısı üzerinde yükselen yeni dünyada bu tür neo-merkantilist politikaların şansı yok. Bu arkaik politikalar kısa vadede başarı illüzyonu yaratsa da orta ve uzun vadede hüsrana mahkum.
Zamanın ruhuna direnmenin insanı ve ülkeleri ne hale getirebileceğine ilişkin en ibret verici vakalardan biri ise Brexit. Birleşik Krallık referandumla AB’den çıkışa onay verdiği günden bu yana rahat yüzü görmedi. Her şeyden önce ülkenin uluslararası itibarı ciddi bir sarsıntı geçirdi. Başta Londra’da olmak üzere Britanya’nın çeşitli yerlerinde konuşlanmış global şirketler ülkeyi terk etmeyi gündemlerine almaya başladılar, bazıları bu konuda somut adımlar bile attı.
Brexit’ten sonra gelecek konusunda endişeye kapılan İskoçya ve Kuzey İrlanda’da da, ayrılık tarihinin yaklaşmasıyla homurtular artıyor. Bu homurtuların şiddetlenmesi, Brexit’ten sonra Britanya’nın bütünlüğünü de tehlikeye atabilir.
Referandumda alınan ‘fevri’ kararın doğurabileceği bu tür muhtemel ve riskli neticeler parlamentoyu da endişelendirmiş olacak ki, Başbakan Theresa May’in Avrupa Birliği ile vardığı Brexit anlaşması 202’ye karşı 432 oyla reddedildi. Ret sonrasında ne idüğü belirsiz B planından anlaşmasız çekilmeye, erken seçimden yeni bir referanduma kadar pek çok seçenek gündeme geldi, ancak Britanya bundan sonra AB’den çıksa da, bir mucize olup birlikte kalsa da çok şey kaybetmiş olacak.
Bu iki vaka aynı mesajı veriyor aslında: Zamanın çoktan dışında kalmış politikaların iktidara taşınmasından çok da korkmamak gerekiyor. Bu tür politikaların iktidarla sınanması, ne kadar absürt ve sürdürülemez oldukları konusunda geniş kitlelerin çok daha kolay ikna olmasını sağlıyor belki de.
Trump’ın hamburgerleri ve zamanın ruhu
