Yerli otomobil sanayinin kurulması Türk sanayi ve ekonomisi açısından bir ‘sınıf
atlama’ aracı olacak. O yüzden kritik bir proje. Ancak projenin tanımlanması,
yürütülmesi, ülkemize getireceği faydaların profesyonelce kurgulanması gerekiyor. Aksi takdirde projenin akamete uğraması (etkin olmaması) ya da tamamlansa da ülkemize net ekonomik faydalarının sıfıra yakın olması sonucu doğabilir.
Türkler yerli otomobil üretimine ilk defa kalkışmıyor. Hatta Türkiye Cumhuriyeti
otomobil tasarlayıp üretmeden önce uçak tasarlamış ve üretmiş bir ülke. Vecihi
Hürkuş ve daha önemlisi Nuri Demirağ ve Selahattin Alan’ları artık herkes
tanıyor; tanıyınca da bunların başına neler geldiğini ve Türkiye’nin otomobil
üretemeyen ülkeler arasına nasıl girdiğini de biliyor.
Ülkemizde maalesef bir “sanayileşmeme lobisinin” varlığından söz edilebilir.
Daha 1940’larda yani uçak sanayimizin “öldürülüp” üzerine “beton döküldüğü” yıllarda Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Şevket Süreyya Aydemir’in içinde olduğu Kadro Hareketi yeni bir sanayi planı üzerine çalışmış ancak bu hareket ‘bir takım’ çevrelerce ekarte edilerek yerine ülkemize Marshall Yardımları çerçevesinde dikte edilen “sanayileşmeme” önceliği yerleşmişti. Bu arada, Marshall Yardımları bildiğiniz gibi, süt tozu, lastik ayakkabı gibi ‘önemli’ kalemlerden oluşuyordu. 1960’lara gelindiğinde ise o zamanın önemli kalemşörleri olan Çetin Altan, Çetin Emeç, Yunus Nadi gibi köşe yazarları ‘sanayileşmeme’ fikrini kalemlerinden kan damlayarak köşelerine aktardılar. Türkiye nasıl ‘böyle bir aptallığa’ kapılabilirdi?”; “otomobil dediğin zaten dört teker bir direksiyondan oluşuyordu” ama Türkler değil bunları far camlarını bile yapamayacak insanlardı!