İttifak siyasetinin ikinci sınavı

31 Mart Yerel Seçimleri, sonuçları itibariyle, en büyüğünden en küçüğüne kadar tüm partilerin başarı iddiasında bulunabileceği ve bulunduğu bir seçim olarak tarihe geçti. İktidarda bulunan Ak Parti, içinde bulunduğumuz zorlu ekonomik koşullara rağmen il genel seçimi sonuçları itibariyle Türkiye çapında yüzde 44’ün üzerinde bir oy alarak birinci parti konumunu muhafaza etti. Ana muhalefet partisi konumundaki CHP, özellikle büyükşehirlerde elde ettiği başarıyla dikkat çekti. İyi Parti, yine il genel meclisi oyları itibariyle, bünyesinden ayrıldığı MHP’yi küçük bir farkla da olsa geride bıraktı. Seçime Ak Parti ile birlikte giren MHP, daha önce elinde bulundurduğu Mersin, Adana gibi iki önemli büyükşehri kaybederken, ittifak desteği sayesinde İç Ege’de, Batı Karadeniz’de ve Doğu Anadolu’da uzun süredir Ak Parti’de bulunan belediyeleri kazandı, yakın zamana kadar silinip gittiği Orta Anadolu’da yeniden varlık gösterdi. HDP, daha önce kayyuma devredilmiş belediyelerini büyük ölçüde yeniden kazandı, aynı zamanda, resmen içinde yer almasa da, Millet ittifakı adaylarının özellikle büyük şehirlerde yakaladığı başarıda kritik bir rol oynadı.
PARTİLERE DEĞİL İTTİFAKLARA BAKALIM
Seçim sonuçlarını tek tek partiler bazında ele alıp daha pek çok şey söylemek mümkün elbette ancak 31 Mart’ı, 24 Haziran 2018’de yapılan genel seçimlerle başlayan ittifak siyasetinin ikinci sınavı olarak ele alıp değerlendirme yapmak, daha doğru sonuçlara varmamızı sağlayabilir. Daha önce bu köşede bir kez daha ifade ettiğimiz gibi, başkanlık sistemine geçildikten ve yeterli çoğunluğu yakalamaya imkan tanımak üzere seçim kanununda yapılan değişiklikle seçim işbirliği için yasal çerçeve oluşturulduktan sonra, yalnızca parti siyasetleri ile değil, ittifak siyasetleriyle şekillenen bir döneme girmiş durumdayız.
31 Mart ittifak siyasetinin ikinci sınavı oldu ancak bu yeni siyaset düzeninin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini göstermesi bakımından 24 Haziran’a göre çok daha öğretici neticeler verdi. Her şeyden önce şunu gördük: Artık bir parti yüzde 50’ye yakın bir oy oranı elde etse bile seçim kaybedebilir.
Eski sistemde böyle bir şeyin olması mümkün değildi. İmkansızlık bir yana, yüzde 30 küsur oy alan bir parti –yüzde 10’luk yüksek seçim barajının da etkisiyle- tek başına iktidar bile olabiliyordu.
24 Haziran seçimlerinde Ak Parti tek başına yüzde 43, Cumhur İttifakı yüzde 54 ve Cumhurbaşkanı Erdoğan yüzde 53 oy alıp ilk turda seçilince, bu köklü değişime pek dikkat edilmedi ancak 31 Mart’ta ciddi oranda oy alınmasına rağmen (Ak Parti tek başına yüzde 44, Cumhur İttifakı yüzde 52 oy aldı) yaşanan ciddi kayıplar, yeni sistemin ne mene bir şey olduğunu çok daha açık bir şekilde göstermiş oldu.
Yeni sistemin bu temel niteliği, partileri ve içinde bulundukları ittifakları, uç söylem ve eylemlerden sakınmaya, toplumun belli başlı tüm kesimlerine hitap etmeye, bunun için de olabildiğince geniş bir asgari müşterekler zemini oluşturmaya mecbur bırakıyor. Sonuçlara bu açıdan bakıldığında Ak Parti ve içinde bulunduğu Cumhur İttifakı’nın özellikle beka iddiası etrafında şekillenen söylemlerle nispeten katılaştığını ve bazı seçmen gruplarını kendisinden uzaklaştırdığını tespit etmek gerekiyor. Diğer yandan CHP ve içinde yer aldığı Millet İttifakı, nispeten sakin bir dil kullanarak, her kesime hitap edebilecek adaylar çıkararak ve buna uygun bir söylem geliştirerek gittikçe esnekleşiyor. Bu yönelimin, özellikle büyükşehir sonuçları dikkate alındığında işe yaradığını, netice verdiğini açıkça görüyoruz. CHP, eski katı laikçi söylem ve katı Kemalist kadrolarıyla böyle bir noktaya hiçbir şekilde erişemezdi.
FAY HATLARI ANLAMSIZLAŞIYOR
Son seçim sonuçlarında gözlemlenen bir diğer önemli değişim ise, ittifak siyasetinin Türkiye’nin politik topografyasının kadim fay hatları olan muhafazakar-seküler, sağ-sol, Türk-Kürt, Alevi-Sünni gibi ayrımları bir ölçüde anlamsızlaştırması. Sonuçları önceki seçimlerin sonuçlarıyla birlikte değerlendirdiğimizde şunu açıkça görüyoruz: Ağırlıkları değişmekle birlikte iki ittifakta da hem muhafazakarlar hem de seküler seçmenler var. Kürt seçmenler her iki ittifaka da oy verebiliyor. Milliyetçiler iki ittifakta da oy verebilecekleri partiler bulabiliyorlar.
Bu ilginç manzarayı daha iyi resmetmek üzere şunu söyleyebiliriz: Son seçimde seküler beyaz Türkler, milliyetçi Türkler, Kürtler ve bir ölçüde de olsa muhafazakarlar, ülkücü bir adaya ya da geçmişi merkez sağa dayanan bir adaya oy verebildiler. Bu, Türkiye’de yepyeni bir siyaset denklemiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Dikkat çekenler...