Dünyanın çivisi

Dünya, daha önce yaşamadığı türden garip olaylar yaşıyor. Olmayacak denilen pek çok şey oluyor ve daha tuhafı, insanlar bu olağanüstülükleri çok geçmeden normal karşılamaya başlıyor.
Bunlar, içinde yaşadığımız ‘yeni aşırılıklar çağı’nın semptomları aslında. Bu tuhaf iklimin sebebi olmasa bile, en büyük belirleyicilerinden (veya hızlandırıcılarından) biri ise, ABD Başkanı Donald Trump. Dergimizin, Trump’ın başkan seçilmesinden kısa süre yayınlanan Aralık 2016 sayısının kapak dosyası da, bu ‘yeni aşırılıklar çağına’ işaret ediyordu nitekim.
Trump, yalnızca seçilmesinden sonra söyledikleri ve yaptıkları ile değil, seçilmeden önce bulunduğu vaatler ve hatta seçilme biçimiyle bile kuralsızlığın, öngörülemezliğin, aşırılığın tecessüm etmiş hali aslında.
Seçilmeden önce ABD’nin içinde yer aldığı ticaret anlaşmalarını sona erdireceğini beyan eden, ucuz işgücü nedeniyle başta Asya olmak üzere başa ülkelere kaymış imalat endüstrisini eve geri döndüreceğini söyleyen, önceki Başkan Barack Obama’nın attığı her imzayı kadük bırakacağını ilan eden, dönemin Amerikan Merkez Bankası Başkanı Janet Yellen’i bile tehdit eden Trump, hakkında dile getirilen pek çok iddiaya rağmen seçmenlerden iltifat gördü ve Beyaz Saray’a erişmeyi başardı.
SEÇİM PROPAGANDASINA RUSYA MÜDAHALESİ
Trump’ın seçilme biçimi de kuralsızlık ve aşırılıklarla kayıtlara geçti. Seçim öncesinde de dile getirilen, sonrasında ise çeşitli delillere dayandırılan iddialara göre Trump, seçilmek için, Soğuk Savaş yıllarında ABD’nin bir numaralı düşmanı olan Rusya’nın desteğini almıştı. Rusya, özellikle dijital dünyada sahip olduğu güçle, sosyal medyada Trump lehine ve rakipleri aleyhinde ciddi bpropaganda ve karşı propaganda çalışmaları yapmıştı. Sosyal medya da dahil olmak üzere herhangi bir iletişim aracının seçmen tercihleri üzerindeki etkisi elbette sorgulanabilir ancak tek başına Rusya’nın böyle destek vermiş olması bile, bir Amerikan başkanlık adayı için hiç rastlanmamış bir vaka –tek kelimeyle skandal!
Trump, seçildikten sonra da gariplik ve aşırılıklarını devam ettirdi. İfratın sınırlarını epey aşan seçim vaatlerini kısmen veya tamamen hayata geçirmenin ötesine geçti, akla hayale sığmayacak başka birçok icraatta bulundu.
Ortadoğu’da küre koalisyonunun temellerini attı. İran ile uzun uğraşlardan sonra varılmış nükleer anlaşmadan çekildiğini açıkladı. Kuzey Kore lideriyle nükleer tehdit yarışına girdi, ardından masaya oturdu. Çin’e karşı çapı sürekli genişleyen büyük bir ticaret savaşı başlattı. Avrupalı müttefiklerini NATO’dan çekilmekle tehdit etti. Rusya ile enerji projelerine girişen Almanya’yı doğrudan hedef aldı. ABD’nin Paris İklim Anlaşması’ndan çekildiğini açıkladı. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı, damadı ve kızını da gönderdiği bir törenle Amerikan büyükelçiliğini bu kadim şehre taşıdı. Nihayet Rahip Brunson vakasında Türkiye’yi açıkça tehdit etti, ardından çeşitli yaptırımları devreye soktu.
ROL MODELİ TRUMP
Dünyanın bir numaralı siyasi gücünün tepesinde böyle ne yapacağı belli olmayan biri olunca, her türlü aşırılık ve anormalliğin normal kabul edildiği küresel ortam, diğer kontrolsüz siyasi figürlerin de iştahını kabarttı. Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul konsolosluğunda vahşi şekilde katledilmesi de, Interpol başkanının vatandaşı olduğu Çin tarafından tutuklanıp kaybedilmesi de, Güney Amerika’nın en büyük ülkesi Brezilya’nın başına Jair Bolsonaro gibi popülist ve tehlikeli bir figürün geçmesi de (ki kendisine şimdiden ‘tropikal Trump’ unvanı verildi) hep bu iklimin meyveleri…
ABD’nin başında Trump gibi bir figür olmasaydı, vatandaşları veya dünya için tehdit potansiyeli taşıyan diğer siyasi aktörler, kendilerinde, bu tür siyasi manyaklıklar yapacak cüret ve cesareti bulamayacaklardı muhtemelen. Kısacası dünyanın çivisi, bizzat bu çiviyi çakmış güç tarafından çıkarılmış durumda.
İçinde bulunduğumuz bu aşırılıklar çağı kısa sürede sona erecekmiş gibi görünmüyor. Böyle bir ortamda Türkiye gibi ülkelere düşen ise, hukuk ve meşruiyeti sonuna kadar savunmak olmalı. Bunu yaparken artık eskimiş oldukları, yenilenmeleri gerektiği aşikar dünya kurumlarından ve uluslararası hukuktan yararlanmak dışında bir seçeneğimiz de yok. Evet, yeni bir dünya düzeni kurulmak zorunda ancak yumuşak bir geçiş için mevcut kurumsal yapıları dayanak olarak kullanmamız icap ediyor. Bu dayanakların tümüyle devre dışı kalması durumunda ortam, istediği her şeyi yapabileceğini düşünen ve yapan kontrolsüz güçlere kalacak çünkü.
Türkiye hem Kudüs’ün başkent ilan edilmesi vakasında, hem de son Cemal Kaşıkçı olayında tam da bu meşruiyetçi çizgiyi takip etti. Hukuk içinde kalarak, sükunet ve teenni ile, diğer dünya güçlerini ve insanlık vicdanını harekete geçirecek dikkatli adımlar attı.
Hukuk içinde hareket etmekten başka yolumuz yok çünkü hukuksuzluk kürenin büyüklü küçüklü şer güçlerinin işine yarıyor -bizim değil.

Dikkat çekenler...