Çok tehlikeli iki jeopolitik sarsıntı

İlk sayısından hedefini “Türkiye’nin ilk uluslararası ekonomi dergisi” olarak belirleyen, kendisini bir ekonomi dergisi olarak sınırlamayıp siyasi-jeopolitik konulara özellikle ilgi duyan ve bunları sayfalarına taşıyan, Türkiyeli olmanın yanı sıra özellikle ülke dışından yazarları ile küresel ölçekte tartışmaları içeriye taşımaya gayret eden Derin Ekonomi dergisi, daha dokuzuncu sayısında bu amacına ulaştı. Hedefimiz elbette kaliteli bir ekonomi dergisiydi. Ancak Türkiye’deki örneklerin ötesine geçip, popüler eğilimlere saplanmadan ve niteliği düşürmeden, bölgesel ve küresel ölçekte sıcak tartışmalara katılmayı amaçlıyorduk. Büyüyen, güçlenen, etkinlik haritası genişleyen Türkiye’nin ilgi alanları ve öncelikleriyle Derin Ekonomi’nin ilgi alanları, öncelikleri ve konuları benzeşmeliydi. Türkiye’nin ekonomisini tartıştığımız kadar dış politikasını da tartışabilmeliydik. Suriye meselesine ilgi duymalı, Pasifik’teki ekonomik-askeri restleşmelere bakmalı, yeni Ortadoğu dizaynına ilişkin tarihsel tezlerle ilgili görüşler açıklamalı, mezhep kimliği üzerinden servis edilen vekalet savaşlarının temellerine inebilmeli, Güneydoğu bölgemizde PKK üzerinden yürütülen saldırıların aslında neyin savaşı olduğunu sorgulayabilmeli, bütün bunları değerlendirecek bir birikimi barındırmalıydık. Dokuzuncu sayımızı sunarken bunları önemli ölçüde başardığımızı, kendimize sağlam ve saygın bir zemin oluşturduğumuzu düşünüyoruz. Çok yakında Brezilya, Rusya, Çin, Hindistan, Endonezya gibi ülkelerden de değerli kalemleri sayfalarımıza katmayı planlıyoruz. Dosya içeriklerimizi daha dikkatle seçip, derinlikli analizlere yer vermeyi, kalite ve saygınlığa daha da ağrılık vermeyi planlıyoruz. Dünyanın neresi olursa olsun hemen her ülke ve her gelişme bizim ilgi alanımızda olacaktır. Derin Ekonomi olarak Türkiye’nin düşünce dünyasında iz bırakma amacındayız çünkü. Son bir ay, özellikle bizim coğrafya için son derece hareketli geçti. Türkiye ile Rusya arasında başlayan krizden sonra ikinci kriz patladı: İran ve Suudi Arabistan, neredeyse savaşın eşiğine geldi. Aslında bu iki ülke, 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana örtülü savaş içinde. Özellikle 2003 Irak işgali, Arap-Fars sınırının İran sınırından Suriye-Irak sınırına kadar gerilemesine neden oldu. Dikkat ettiğiniz gibi, iki ülke arasındaki gelişmelerin seyrini Arap-Fars savaşları olarak niteliyoruz. Suriye’ye yönelik İran işgalinin tamamlanması, Fars dünyasının Akdeniz’e ulaşması, Arap dünyasının korkunç bir hezimeti anlamına gelecektir. İki ülke arasında “idamlar” üzerinden başlayan kriz, aslında örtülü savaşın ayyuka çıkmasıdır. Yemen’de savaşıyorlar, Suriye’de savaşıyorlar, Irak’ta savaşıyorlar. Belki çok yakında Basra Körfezi ülkeleri yeni ve daha yaygın bir Arap-Fars savaşının ana cephesi haline gelecek. Bu savaşlar güç hesaplaşmalarıdır. Bölge için nüfuz çatışmalarıdır. Enerji kavgalarıdır. Ancak bölgenin dışında, daha üst derecede
coğrafyanın haritasını yeniden şekillendirme savaşladır. Bu sebeple de, Türkiye dahil, hiç bir ülke bu savaşların dışında değildir. PKK üzerinden son dönemde servis edilen yeni saldırı/ işgal girişimi dalgası da bu savaşların unsurlarından biridir. Son dönemde bölgede iki çok derin jeopolitik sarsıntı yaşandı. Biri Tahran’ın Rusya’yı ikna edip Sünni Arap dünyasının karşısına bir kalkan olarak yerleştirmesidir. İran açısından olağanüstü stratejik hamledir bu. İkinci jeopolitik sarsıntı ise İran-S. Arabistan cepheleşmesidir. Dikkat ederseniz bu kriz mezhep kimliği üzerinden pazarlanmaktadır. Özellikle İran, mezhep kimliğini bütün bölgeye karşı bir nükleer güç olarak kullanmaktadır. Örtülü savaşların, jeopolitik hesaplaşmaların kitlelere pazarlanma biçimlerinden biridir bu. Bizim bölgemizde savaşlar ya etnik kimlikle, ya dini kimlikle, ha da mezhep kimliği ile pazarlanır ve her zaman alıcısı boldur. Bu sayıda ağırlıklı olarak Tahran-Riyad krizini işlememizin
nedeni, bu krizin Türkiye ile Rusya-İran aksı arasında da bir krizle beslenmesidir. Coğrafya, Sykes-Picot anlaşmasından tam yüz yıl sonra yeniden paylaşılmaktadır. Belki de 2016 bu paylaşımın zirveye çıktığı, krizlerle dolu olacaktır. Dikkat ederseniz, tam da bu dönemde Türkiye bir yandan “çevrelenmeye” çalışılmakta diğer yandan da terör üzerinden içeriden vurulmaktadır. Dolayısıyla kriz hangi ülkeler arasında olursa olsun ortaktır. Derin Ekonomi olarak bu ay işte bu konuları tartışmaya, farklı görüşleri ve tartışmaları aktarmaya çalıştık. Öyle inanıyorum ki, önümüzdeki bir yıl içinde benzer birçok kriz patlayacak. İran-Suud tartışmasını belki de bu yüzden çok dikkatli izlemek zorundayız. Bir sonraki sayıda buluşmak üzere…

Dikkat çekenler...