Amerikan istisnailiğinden ‘ilkeli realizme’

Geçtiğimiz ay bu sayfada, “Donald Trump’ın Amerikan başkanlığına seçilmesi, modern endüstriyel globalleşme sürecinin ilk dalgasının sonuna geldiğimizin tezahürü” satırlarına yer vermiştik. Eylül ayı sonunda, Trump’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı konuşmada sarf ettiği sözler, söz konusu satırlarda ifade edilen tarihi dönüşümü bir kez daha teyit etti.
Trump konuşmasına, “Burada, BM Genel Kurulunun önünde sizinle ülke olarak başardığımız olağanüstü ilerlemeyi paylaşmak istiyorum. Benim yönetimim altındaki son iki yılda şimdiye kadarki neredeyse tüm ABD yönetimlerinden daha fazla gelişme kaydettik” sözleriyle başladı ancak bu sözleri sarf ettikten hemen sonra bir ara vermek durumunda kaldı –çünkü genel kurul salonundan gülüşme sesleri yükselmeye başlamıştı. Trump gülüşmelere yanıt vermekten sakınmadı: Gülüyorsunuz ama “Bunlar doğru” dedi. “Bu reaksiyonu beklemiyordum ama öyle olsun” diye de ekledi.
PROPAGANDA KONUŞMASI GİBİ
Tek başına bu giriş ve salondan alınan reaksiyon dünyanın halihazırdaki ahvali çok ama çok şey söylüyor. Evvela şu noktada dikkat edelim: Bu, seçmenlerden oy istemek ya da partililerin motivasyonunu yükseltmek için yapılan bir propaganda konuşması değil. Dünya meselelerini tartışmak üzere kürenin her yanından gelmiş devlet yöneticilerine hitap ediliyor. Böyle bir dinleyici kitlesine karşı bu tür bir konuşma yapmak için ya biraz kaçık olmanız ya da başka bir niyetiniz olması gerekir. Bana göre ikinci ihtimal birincisinden biraz daha kuvvetli.
Trump, bu ve benzer sözleriyle, bilerek ve isteyerek, ülkesi ABD’yi dünya liderliği koltuğundan çekip alıyor. ‘Önce Amerika’ demenin ve bunu bütün dünyaya karşı uygulanan politikalara dökmenin maliyeti, ABD’nin küresel önceliklerini kaybetmesidir. Dolayısıyla bu politika her şeyden önce derin bir ironi ile malul.
Bu ironiyi dikkate aldığınızda, salondaki gülüşmeler de ayrı bir anlam kazanıyor. Bugüne kadar ABD’ye ekonomik, askeri, siyasi ve hatta kültürel gücünden (soft power) dolayı başka bir gözle bakan dünya siyasetçileri, bu ayrıcalıktan bu kadar kolay vazgeçilebilmesini, dünyanın zengin herhangi bir ülkesi konumuyla yetinilmesini gerçek olamayacak kadar absürt buluyorlar belli ki. Gülüşmeler ondandır. Trump’ın ‘siz istediğiniz kadar gülün, bizim yeni istikametimiz budur’ minvalindeki reaksiyonu ise, bu absürtlüğe gerçeküstü bir boyut kazandırıyor.
Trump, konuşmasının devamında, süper güç ABD’ye verdiği yeni istikamete ilişkin, durumu çok daha sarih bir şekilde ortaya koyan başka açıklamalar da yaptı. Bu çerçevede sarf edilen “Küreselleşme ideolojisini reddediyoruz, vatanseverlik ideolojisini benimsiyoruz” sözlerinin altını bir değil, birkaç kez çizmek gerekiyor. Bunları Kuzey Kore veya Venezuela liderleri telaffuz etse belki bir ölçüde anlaşılabilirdi ancak bu sözler, parası dünyanın bir numaralı ticaret ve rezerv parası olan, şirketleri Asya’yı üretim üssüne dönüştürmüş, markaları dünyanın en ücra köşelerine bile mal satan bir ülkenin lideri olunca iş değişiyor. Gülüp geçmemiz değil, epey endişe etmemiz gereken bir durum söz konusu.
AMERİKAN GERÇEKLERİYLE DE UYUŞMUYOR
Uzun vadeli bir bakış açısıyla bu politika, yalnızca dünya gerçekleri ile değil, Amerikan iç politika gerçekleriyle de uyuşmuyor esasen. ABD’nin hem iç politikasına hem de dış politikasına yön veren en önemli ilkelerden biri, ‘Amerikan istisnailiği’ (American exceptionalism) fikridir. Meşhur Wilson prensiplerinden de ilham alan bu fikir, Amerika’yı toplumuyla, ekonomisiyle, siyasetiyle, kültürüyle ve hatta diniyle diğer tüm ülkelerden başka bir yere koyar, neredeyse seçilmiş bir ülke sayar, ona bir dünya misyonu yükler. ABD’nin dış müdahalelerinin tamamı, bu zemin üzerinde meşrulaştırılır ve icra edilir.
Trump, son BM konuşmasında bu ilkeyi de bir kenara bıraktığını açıkça beyan etmiş oldu; Amerikan istisnailiğini, adıyla sanıyla ‘ilkeli realizm’ (principled realism) fikriyle ikame etti. (Bu yaklaşım, Trump’ın dış politika konusunda Henry Kissenger’dan epey ilham aldığını da teyit ediyor.)
Amerikan ve dünya realitesiyle doku uyuşmazlığı yaşayan, sürdürülebilirliği epey şüpheli bu yeni politikanın ne kadar süre cari olacağını belirleyecek tek büyük faktör 2020’de yapılacak ABD seçimleri olacak belli ki. O zamana kadar diğer siyasi aktörler de ne yapacaklarını pek bilmiyorlar.
Bu ne yapacağını bilememe halini, BM kürsüsünden Trump’a yanıt veren Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un sözleri açıkça ortaya koyuyor. Trump’tan hemen sonra kürsüye çıkan Macron, çok taraflılık politikasını ve küreselliği savunduğu konuşmasında, milliyetçiliğin başarı getirmeyeceğini, dünya ülkeleri temel ilkeleri savunmaktan vazgeçerlerse bunun sonucunun savaş olacağını hatırlattıktan sonra şu uyarıda bulundu: “Çok taraflılığın silinmesini ve tarihimizin dağılmasını kabul etmiyorum. Çocuklarımız bizi izliyor.”

Dikkat çekenler...