15 Temmuz sonrası 2. Karşı Darbe Türkiye şaşırtıyor

15 Temmuz darbe ve iç savaş girişimi, Türkiye’ye karşı açık saldırı anlamına gelen, Atlantik İttifakı’nın kendi müttefiklerini imha etme amaçlarını ortaya seren, coğrafyaya yönelik yeni harita projesinin Türkiye cephesini başlatma işareti olan bir projedir. Cumhuriyet tarihinde örneğini görmediğimiz bir dış müdahaledir.
Gülen ve teröristleri üzerinden uygulanmak istenen proje; Türkiye’nin Suriyeleştirilmesini, Suriye savaşının Türkiye içine servis edilmesi, bu amaçla FETÖ ve PKK/PYD başta olmak üzere, terör örgütlerini seferber edilip kimlik çatışmalarının başlatılmasını, Osmanlı siyasal otoritesi tarihe karıştıktan sonra Anadolu’da oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin yeniden dizayn edilip daha küçük devletçiklere dönüştürülmesini amaçlamıştır.

ABD ve Avrupa’nın yeni coğrafya tasarımlarında 15 Temmuz, Irak işgalinden çok daha büyük bir plandır. Eğer başarılı olsaydı, ardı ardına bütün bölge iç savaşlara, etnik kavgalara, mezhep çatışmalarına sürüklenecek, kaos bölgeselleşecek, Ortadoğu diye tanımlanan coğrafya 21. yüzyıl boyunca nefes alamaz hale getirilecekti.
Çünkü Türkiye, bölgenin en güçlü ülkesiydi, demokratik kurumları yerleşmişti, ekonomisi güçlüydü, insan kaynağı zengindi, bu ve benzer özellikleriyle birçok Batı Avrupa ülkesinden çok daha öndeydi. Böyle bir ülke, bulunduğu coğrafya için güvencedir, kendi istikrarı kadar yakın çevresi için de bir güvenlik kalkanı oluşturur. İşte bu güvence ortadan kaldırılacak, bu kalkan parçalanacaktı.
Türkiye hızla yükselen bir yıldız ülkeydi. Bu hızla devam ederse on yıl sonra kontrolü imkansız olacaktı, bu yıldız daha da parlarsa bölgeye umut olacaktı ve eski vesayetçilerin hareket alanı daralacak, sadece Türkiye’yi değil bölgeyi de yönetemez hale geleceklerdi. Yirmi beş yıldır Ortadoğu’ya ihraç ettikleri kaos stratejileri Türkiye’nin yıldızlaşmasıyla başarısız olacak, yerli, yerel siyasi dil güç kazanacak, bu dil yeni bir siyasi kimliği besleyecek, ayrışma senaryoları birleşme ve dayanışma planlarına dönüşecek, parçalanma senaryoları bölgesel ulus üstü ortaklıklar şeklinde değişecekti.
15 Temmuz, Türkiye’ye yönelik birçok saldırının, müdahalenin, bu yıldızı söndürme planlarının en acımasızı, en çirkini ve en ölçüsüz olanıydı. Daha önceki saldırılardan çok daha sertti. ABD ve Avrupa, ilk kez bir müttefik ülkeye açıktan saldırıyordu, güneyde PKK gibi terör örgütleriyle diz çöktürmek istedikleri Türkiye’yi FETÖ ile Ankara ve İstanbul’da teslim almaya çalışıyorlardı. Daha önce terör örgütleriyle sınırlardan, çevreden zorladıkları Türkiye’yi bu sefer kalbinden vuruyorlar, kalp atışlarını durdurmaya çalışıyorlardı.

Türkiye uysallaşmalıydı, teslim olmalıydı. Saldırıların ana sebebi, Türkiye’nin kendi yolunda yürümesi, teslim olmayı reddetmesi, var olan vesayet mekanizmalarını birer birer tasfiye etmesiydi.
Plan o kadar kusursuz hazırlanmıştı ki, başarısızlık öngörülmemişti. Çünkü hiçbir ülke, o akşamki gibi bir tepki, reaksiyon ve karşı darbe beklemiyordu. Çünkü siyasi tarihte örneği olmayan bir şeydi bu. Tanklar sokağa çıkar çıkmaz insanlar hiç düşünmeden kendilerini dışarı atmışlar, kurşunların üzerine yürümüşlerdi.
Hesaplanmayan buydu. Çok büyük bir oyun bozulmuştu ve Türkiye’nin müttefikleri ellerinde silah şaşkın şaşkın ortada kalmışlardı. Başta ABD olmak üzere, hiçbir ülkenin darbe girişimi sonrası makul bir açıklama yapamamasının tek sebebi buydu. Bunu hesaplamamışlar ve kirli hesapları ortaya saçılmıştı.

Türkiye, bütün emeğini Atlantik ittifakı üzerine yapmış olan, on yıllardır bütün kurumlarını buna göre dizayn etmiş olan bir ülke iken 15 Temmuz sonrası çok ciddi bir yol ayrımıyla yüzleşti. İlk kez devlet aklı, tehdidin kaynağının müttefikler, dostlar olduğunu anladı. Yakın ve orta vadedeki tehlike transatlantik eksenden geliyordu ve bundan sonra da öyle olacaktı.
Terör örgütlerini onlar yönetiyor, Türkiye’nin üzerine salıyordu. Bölgesel her konuda Atlantikçi güçlerle ortak hareket eden Ankara, çok acil adımlar atmalıydı. Çünkü 15 Temmuz müdahalesi başka formatlarla örtülü bir şekilde devam ediyordu. PKK/PYD ve IŞİD yeni tetikçiler olarak sahneye sürülüyor, ardı ardına terör saldırıları yapılıyordu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın St. Petersburg’da Rusya lideri Vladimir Putin’le görüşmesi bir tür kuşatmayı yarma girişimiydi. Batı tarafından özellikle Baltık ve Doğu Avrupa’dan sıkıştırılan Moskova da bir çeşit kuşatma altındaydı ve o da kuşatmayı yarma mücadelesi veriyordu. Bölgedeki bütün krizlerin anası haline gelen Suriye meselesi çözülemezse Batı’nın müdahalesi devam edecekti. Sonuç yıkım olacaktı. Çünkü bu proje, ABD ve Avrupa’nın Soğuk Savaş sonrasına dair en kapsamlı küresel planıydı. Müdahale gerekçesi derhal ortadan kaldırılmalıydı. Türkiye, Suriye konusunda bölgesel aktörlere yöneldi. İran ve Rusya ile yakınlaşma ve kendi tezlerini esnetme yoluna girdi.
Sistem içindeki bütün FETÖ unsurlarını temizleme konusunda şok operasyonlar yapılıyor, kurumlar yeniden biçimleniyor, “iç işgalci” dediğimiz çevreleri tasfiye ediliyordu. Bunlar yapılırken 15 Temmuz sonrası Güney Cephesi’ni açanlara karşı da harekete geçildi. İçeride ve Suriye’de PKK/PYD ve IŞİD unsurlarına karşı temizlik başlatıldı.
Türk askeri ilk kez resmi olarak, tanklar eşliğinde Suriye topraklarına girdi. Kuzey Suriye Koridoru ile Türkiye’nin güney bağlantılarını kesen ve ülkeyi boğmayı amaçlayan kuşağa karşı açıktan operasyon başladı. Hem içeride hem dışarıda mücadele ediyorduk artık. Terör adı altında küresel müdahaleye direniyor, devleti yeniden inşa ediyor, sitem içindeki dış unsurları temizliyor, güvenlik kalkanını sınırın çok daha güneyine taşımaya çalışıyorduk.

İçeride bu kadar ağır bir operasyonu yürüten Türkiye, TSK içindeki subay kadrosunun üçte birini ihraç eden Türkiye, aynı ordu ile şaşırtıcı biçimde dış müdahale yapılıyordu. Çünkü 15 Temmuz darbesi ile Kuzey Suriye Koridoru ve PKK-PYD saldırıları tek merkezden yönetiliyordu ve aynı büyük projenin parçalarıydı.
Topyekün saldırıya karşı topyekün savunma yapılıyor, hatta saldırıya saldırıyla cevap veriliyordu. Şaşıranlar sadece terör örgütleri değil, onların patronlarıydı. Bu kadarını beklemiyorlardı. 15 Temmuz’daki karşı darbenin bir benzeri bu sefer Suriye üzerinden yapılıyordu. Bir kez daha şok olmuşlardı. B Planı da boşa çıkmak üzereydi.
Türkiye, yüzyıllar sonra dikkatlerini biraz olsun Doğu’ya yöneltme zorunluluğu ile karşı karşıya kaldı. Tehdit Batı’dan gelirken kendisini bu tehdide teslim etmesi beklenemezdi. Bölgesel krizlere bölgesel çözüm bakışı ağırlık kazandı. En önemlisi de Türkiye, kendini silbaştan yeniden kurma durumunda kaldı.
Çokuluslu müdahaleyi planlayanların hiç ummadığı bir şey daha oldu: Türkiye bu saldırıları fırsat olarak kullanıp belki onlarca yıl içinde yapabileceği büyük değişimleri birkaç ayda yapma imkanı elde etti. Yani Atlantik, burada da kendi ayaklarına kurşun sıkmış oldu.Saldırı da, savunma da devam ediyor. İçeride de, sınırın güneyinde de sürüyor. Türkiye’nin siyasi aklı olağanüstü bir manevra kabiliyeti ile, olağanüstü operasyonel güçle şaşırtmaya devam ediyor. Bu yeni eğilim sulandırılmazsa, birileri tarafından boşa çıkarılmazsa, sadece Türkiye’nin siyasi tarihini değil, coğrafyanın siyasi tarihini de derinden sarsacak gelişmelerin habercisi olabilir. 15 Temmuz tarih değiştiren bir tarih olabilir.
Artık bütün dünya, bu coğrafyada, bu topraklarda hiçbir şeyin eskisi gibi kolay olmayacağını anladı. Bunu önümüzdeki dönemde daha da şaşırtıcı örneklerle tecrübe edecekler. Çünkü Doğu ile Batı arasındaki hesaplaşma, “eksen kayması” yepyeni bir aşamaya girdi.
Bölgemizde olağanüstü gelişmeler yaşanıyor. Bu gelişmelerin küresel ölçekte etkileri olacağını, asıl hesaplaşmanın coğrafya sınırlarımızın çok ötesinde yaşanacağını yakın gelecekte göreceğiz. Çünkü bugün tanık olduklarımız küresel hesaplaşmanın, bugünlerde örtülü biçimde devam eden Dünya Savaşı’nın açık çatışmaya dönüşebileceğinin işaret fişekleridir.

Dikkat çekenler...