15 Nisan 2043 hızla yaklaşırken

On yıl kadar önce Huffington Post, North California Üniversitesinden Profesör Philip Meyer’in basılı gazetenin geleceğine ilişkin bir tahminine, daha doğrusu bir kehanetine yer vermişti. Meyer’e göre son gazete, 15 Nisan 2043’te basılacak ve ondan sonra gazete tarihin tozlu raflarına kalkacaktı. Meyer’in bu tahmini gazeteli zamanlarda doğup büyümüş, basılı gazete okuma alışkanlığı edinmiş, gazetenin kendine has içerik yapısını, kağıdın kokusunu seven kuşakların yavaş yavaş dünyayı terk etmesi gerçeğine dayanıyordu. Günümüzde ise internetsiz bir zaman yaşamamış, internetsiz bir dünyanın nasıl bir yer olduğunu bile kolay kolay hayal edemeyecek kuşaklar yükseliyor. Ve bu yükseliş gazetenin geleceğine ilişkin karanlık senaryoları her gün daha çok geçerli kılıyor. Geçtiğimiz ay Habertürk, dokuz yılı aşan basılı gazete macerasına son verdiğinde bir kez daha bu kehaneti hatırladım. Bu vesileyle defalarca sorulmuş ve farklı pek çok yanıt da verilmiş o meşhur soruyu bir kez daha soralım: Basılı gazete daha ne kadar yaşayabilir?

ÇOK AZ ŞEYİ MÜZEYE KALDIRDIK

Bu soruya an itibariyle kestirmeden ‘Çok da uzun yaşayamayacak’ demek kolay elbette. Ekonomik gerekçelerden içerik sunma hızına, dijitalin hiper hızlı yükselişinden yeni kuşakların haber alma tercihlerindeki değişime kadar pek çok neden de sıralanabilir, bunların hepsi de sağlam argümanlardır. Ancak şöyle bir gerçek var: İnsanoğlu uzun tarihi boyunca geliştirdiği çok az şeyi tümüyle müzeye kaldırmıştır. Dediğimizi daha iyi anlatmak için başka bir alandan örnek verelim: Her şeyin rasyonel nedenlerle yapıldığı hayali bir dünyada motorlu gemiler varken yelkenlilere hiç ihtiyaç olmaması gerekirdi ama yelkenliler yepyeni bir fonksiyon üstlenerek, külfetli de olsa bir hobi aracına dönüşerek varlıklarını sürdürebiliyor. Bir aracın kullanılmaya devam edilmesi için illa bu türden ‘lüks’ bir fonksiyon üstlenmesi de şart değil. Gayet yararlı ve gerçek bir artı değer sağlayan bir fonksiyon da üstlenebilir pekala. Eski mecranın yeni teknolojilerin rekabeti karşısında yeni fonksiyonlar üstlenip yoluna bir şekilde devam etmesi örneklerine, en çok da medya tarihinde rastlıyoruz. Sözgelimi sinema, tiyatronun gördüğü fonksiyonu ve hatta fazlasını yerine getiriyor. Ama bu durum tiyatronun yok olmasına neden olmuyor. Aksine tiyatro, oyuncuları sahnede gerçek performanslarıyla izletme fonksiyonunu ya da yararını ön plana çıkararak, insanlara sinemadan farklı bir şey olduğunu düşündürtüyor ve böylece varlığını devam ettirebiliyor hâlâ. Televizyonun ortaya çıktığı yıllarda aceleci davrananlar, artık
kimsenin sinemaya gitmeyeceği, insanların filmleri evlerinde izlemeyi tercih edeceği tahmininde bulunuyordu. Oysa öyle olmadı. Sinema televizyonla girdiği mücadeleden zayıflayarak değil güçlenerek çıktı. Bu mücadele içinde yeni fonksiyonlar geliştirip sundu. Arabalı sinemalar veya bugünkü üç boyutlu -ve ötesi- sinema salonları bu rekabet içinde ortaya çıkmıştır örneğin. Televizyon, radyo için de bir tehdit olarak görülmüş ve doğrusu radyoyu zayıflatmıştır da, ama radyonun müzeye kaldırılacağı kehanetleri de gerçekleşmemiştir; çünkü radyo televizyonun sunamadığı bazı yararlar sunabilmektedir. Araba kullanırken radyo dinleyebilme konforu bunlardan biridir söz gelimi. Dijital rekabet karşısında güç kaybeden, kitleselliğini günden güne yitiren gazete ve dergi gibi basılı mecralar da, dijital çağda ayakta kalmak üzere yeni fonksiyonlar edinebilirler.

NE YAPILABİLİR?

Habertürk vakası bir kez daha hatırlattı: Basılı medyanın artık çok maliyetli olduğu, mevcut tiraj/fiyat/reklam denklemi içinde ekonomik sürdürülebilirliği olmadığı açık. Ancak çözüm olarak basılı yayına tümüyle son vermek, medya markalarına ekonomik olarak rahatlık sağlasa da, itibar anlamında ciddi kayıplara yol açıyor. Bunu daha önce New York Times, Newsweek gibi medya markaları denedi, sonra vazgeçip basılı yayına geri döndüler. Çünkü ne kadar maliyetli olursa olsun basılı yayın, medya markalarına, yalnızca dijital yayın yapan rakiplerine nazaran artı bir güç ve itibar sağlıyor. Okur, ‘bu mecranın arkasında ciddi bir ekip ve yatırım var’ fikriyle bu mecraları daha sağlam buluyor, güvenmeye daha meyyal oluyor. (Editoryal güvenilirlik apayrı bir değişken, onu şimdilik kenara bırakalım.) Peki ne yapılabilir? Basılı yayınlar nasıl yaşatılabilir?

Günlük periyottan vazgeçilebilir mesela. Gazeteler yalnızca haftasonları ya da pazar günleri çıkabilir. Haftasonları tirajların arttığı, haftaiçi günlerde ise yerlerde süründüğü ortada.

Günlük periyottan vazgeçildiği takdirde içerik de değişmeli. Gazeteler anlık haber yerine (bu işi internet mecraları ve sosyal medya fazlasıyla yerine getirebiliyor) özel haberlere, dosyalara ve analizlere ağırlık vermeli.

Günlük periyottan vazgeçilmesi ülkenin dört bir tarafına baskı tesisi kurulması mecburiyetini de ortadan kaldırır. Gazeteler dergi gibi dağıtılır, sabah erkenden bayide olmamak mesele olmaktan çıkar.

Nihayet her gazete ulusal olmak zorunda değil. Yalnızca İstanbul’da ya da diğer büyük şehirlerde gazete yayınlanabilir, böylece baskı/dağıtım maliyetleri ciddi oranda düşürülebilir. Habertürk’ten çok güzel bir İstanbul gazetesi olurdu mesela.

Dikkat çekenler...