VERİ, ARTIK SADECE DİJİTAL BİR VARLIK DEĞİL, FİNANSAL SİSTEMLERDEN TÜKETİCİ DAVRANIŞLARINA, KAMU POLİTİKALARINDAN ULUSLARARASI REKABETE KADAR BİRÇOK ALANDA OYUNUN KURALLARINI ARTIK VERİ BELİRLİYOR. YAPAY ZEKÂNIN İŞLEYEBİLMESİ İÇİN GEREKLİ OLAN DEVASA VERİ HAVUZLARI, ENERJİ VE SU GİBİ FİZİKSEL KAYNAKLARA BAĞIMLI HALE GELİRKEN; TÜRKİYE İSE GENÇ NÜFUSU, YENİLENEBİLİR ENERJİ POTANSİYELİ VE JEOSTRATEJİK KONUMUYLA BU YENİ ÇAĞDA VERİ ÜRETEN DEĞİL, VERİYİ YÖNETEN BÖLGESEL BİR DİJİTAL GÜÇ OLMA FIRSATINA SAHİP.
FATMA NUR DİNÇ
Veri, dijital dünyanın temel bileşeni olmaktan çıkıp küresel ekonomilerin yönünü belirleyen stratejik bir enstrümana dönüştü. Finansal karar süreçlerinden tüketici alışkanlıklarına, kamu politikalarından teknolojik inovasyona kadar pek çok alanda etkisini artıran veri, artık yalnızca bir araç değil; doğrudan karar mekanizmalarının merkezinde yer alıyor. Özellikle yapay zekânın yükselişiyle birlikte, veriye sahip olmak kadar onu anlamlandırmak, işleyebilmek ve yönetebilmek de küresel rekabette belirleyici hâle geliyor.
Bu yeni düzende, büyük teknoloji şirketleri verinin gücünü çoktan keşfetmiş durumda. Ancak günümüzde bu alan yalnızca birkaç dev oyuncunun tekelinde değil; veriye erişim ve üretim kabiliyeti olan her ülke, kurum ve birey için fırsatlar sunuyor. Öte yandan veri madenciliği, etik, gizlilik ve sürdürülebilirlik gibi çok boyutlu meseleleri de beraberinde getiriyor.
Dosya çalışmamızda, veri ekonomisinin bugünkü gücünü ve gelecekte yaratacağı dönüşümü, yapay zekâ ile kesişen noktalarını ve Türkiye’nin bu alandaki konumunu ele alıyoruz. Görüşüne başvurduğumuz Anatolia.Asia Danışmanlık Kurucusu Ömer Wilson, yapay zekâ sistemlerinin enerji ve su kaynakları üzerindeki etkisinden sentetik veriye, bireysel veri mahremiyetinden Türkiye’nin bölgesel veri üssü olma potansiyeline kadar çarpıcı tespitlerde bulunuyor.
VERİ GÜCÜNÜN GÖRÜNMEYEN BEDELİ: ENERJİ VE SU
Yapay zekâ ve büyük veri teknolojileri, günümüz ekonomisinin en yüksek katma değerli alanlarını oluştururken; bu sistemlerin işleyişini mümkün kılan altyapı yükü ise yeterince konuşulmayan bir başlık olmaya devam ediyor. Büyük dil modelleri, makine öğrenimi ve otomasyon sistemleriyle birlikte veri merkezlerinin muazzam ölçekte enerji ve su tüketmeye başlaması, verinin ekonomik boyutunun ötesine geçerek çevresel ve jeopolitik bir meseleye dönüşmesine neden oluyor.
Bugün teknoloji fuarlarında artık doğrudan “veri” değil, verinin enerjiye olan bağımlılığı tartışılıyor. Yapay zekânın büyüme hızı, veri merkezlerinin enerji ihtiyacını da katlayarak artırıyor. Artık 30-40 megavat gibi eskiden büyük kabul edilen seviyeler küçük görülüyor. Yerine 1 gigavatlık kampüsler konuşuluyor. Bu ölçek, bir ülkenin (örneğin Portekiz’in) toplam enerji tüketiminin yüzde 10’una denk geliyor. Avrupa’da bu büyüklükte beş-altı merkez planlanırken, Güney Kore’de 2-3 gigavat düzeyine ulaşan projeler gündemde.
Anatolia.Asia Danışmanlık Kurucusu Ömer Wilson, yapay zekâ sistemlerinin geleceğine ilişkin değerlendirmelerinde özellikle enerji ve su ihtiyacını iki temel sorun alanı olarak öne çıkarıyor. Su kullanımı, veri merkezlerinde soğutma sistemlerinin en kritik bileşenlerinden biri hâline gelmiş durumda. “Liquid cooling” yani sıvı soğutma teknolojileri, GPU gibi yüksek performanslı çiplerin yalnızca suyla soğutulabildiği sistemleri ifade ediyor. Wilson, Portekiz’deki örnekten yola çıkarak bu merkezlerde doğrudan deniz suyunun kullanıldığını, su sıkıntısının önümüzdeki yıllarda daha da derinleşeceğini vurguluyor.
Bu büyüyen altyapı ihtiyacı sadece büyük teknoloji firmalarının değil, ülkelerin de ajandasını belirliyor. Çünkü yapay zekâ sistemlerinin fiziksel karşılığı, yalnızca dijital alanda değil; enerji, su ve mekânsal planlama gibi altyapısal alanlarda da ciddi baskı yaratıyor. Her evde, her fabrikada kullanılacak yapay zekâ destekli robotik sistemlerin yaygınlaşması, her bireyin ve her işletmenin dolaylı olarak yüksek enerji ve su tüketimine bağlı hâle gelmesi anlamına geliyor.
ABD VE ÇİN SAHNEYİ PAYLAŞIYOR
Veri ekonomisinde avantajı elinde bulunduran ülkeler, yalnızca teknolojik olarak değil; stratejik, ticari ve siyasi anlamda da yeni dönemin kurucu aktörleri hâline geliyor. Ancak bu güç dengesi, sahip olunan teknoloji kadar, veriye erişim, onu işleyebilme ve onu saklayabilme kapasitesiyle de şekilleniyor. Wilson’a göre bugün veri ekonomisinde öne çıkan iki büyük küresel blok bulunuyor: ABD ve Çin. Amerikan teknoloji devleri Meta, Microsoft, Apple gibi şirketler veriye dünya genelinden erişebilme yeteneğiyle bu yarışta avantajlı konumda. Çin ise farklı bir model izliyor. Kendi içinde devasa bir kullanıcı kitlesine sahip olduğu için, ulus içi veri zenginliğiyle bu alanda ciddi bir atılım gerçekleştirmiş durumda. Her iki model de büyük veriyle beslenen yapay zekâ sistemlerinin büyümesini mümkün kılıyor.
Ancak Wilson, bu veri yarışının sürdürülebilirliğinin sorgulanmaya başlandığı bir döneme girildiğini belirtiyor. Gerçek veriye erişim hâlâ mümkün, fakat zaman alıcı, yüksek maliyetli ve enerji bakımından yıpratıcı bir süreç. Bu nedenle sentetik veri ve dijital ikizler gibi alternatif veri üretim yöntemleri giderek öne çıkıyor.
TÜRKİYE BU DENKLEMDE NEREDE DURUYOR?
Wilson’a göre Türkiye henüz bu yarışa tam olarak girmiş değil, fakat bölgesel avantajları ve sahip olduğu potansiyel ile sıçrama yapabilecek ülkelerden biri. Yaklaşık 85 milyonluk genç ve aktif bir nüfusa sahip olan Türkiye, sosyal medya ve dijital platform kullanımında Avrupa’nın en üst sıralarında yer alıyor. Bu da Türkiye’yi doğal bir veri üretim alanı hâline getiriyor.
Daha önemlisi ise Türkiye’nin henüz büyük veri merkezlerine ev sahipliği yapmıyor oluşu. Bu durum, aslında önemli bir fırsat penceresi sunuyor. Wilson’a göre, Londra, Paris, Frankfurt, New York, Hong Kong gibi birinci kuşak veri merkezi şehirleri artık enerji kısıtlamalarıyla karşı karşıya. Bu merkezler yeni veri kampüslerini taşıyamayacak noktaya geldi. Buna karşın Türkiye, coğrafi konumu, yenilenebilir enerji potansiyeli ve üç kıtanın kesişiminde oluşuyla, veri merkezlerinin yeni adresi olabilecek güçlü bir aday.
Devamı Z Raporu Dergisi Mayıs 2025 sayısında…