Yeni dünyanın bir lideri olacak mı?

ABD’nin, Avrupa’nın, kısaca Atlantik ekseninin küresel hakimiyetinin çöktüğü, bu hakimiyeti yeniden restore etmek için hazırladıkları tek merkezli dünya sistemi projesinin başarısız olduğu, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana küresel sistem inşa etme adına yürütülen bütün çabaların boşa çıktığı, siyasi ve ekonomik güç haritalarının korkunç bir kararlılıkla değiştiği bir tarih diliminde şu soru belki daha da önemli: Bundan sonra dünyanın bir lideri olacak mı?

Lider ülke, dünyaya şekil veren eksen, küresel ölçekte güç haritasını biçimlendiren ittifak, merkez güç, çevre ya da cephe ülke kavramları bundan sonra ne anlam ifade edecek? Batı’nın duraklama dönemine girmesi, hatta ekonomik, siyasi ve demografik olarak dramatik ölçekte gerileme görüntüsü vermesi, dünyanın ağrılık merkezinin Doğu’ya kayması, küresel konsensüs oluşturulabilecek alanların hızla daralması, ulusların tarihsel iddialarıyla yeniden öne çıkma telaşı, yerelleşme, millileşme ve bölgeselleşme eğilimlerinin güç kazanması, çok boyutlu ve çok kutuplu bir dünyanın kaçınılmaz olduğunun ortaya çıkması gibi yeni durumlarla karşı karşıyayız.

Bir zamanlar dünyayı yöneten güçlerin, ittifak halkalarını kaybettiği için devletler yerine terör örgütleriyle ortaklıklar kurması gibi çarpık ilişkilere tanık oluyoruz. Daha önce terörü örtülü biçimde kullanan bu güçlerin, artık o örgütlerle ittifak yaptıklarını, yeni örgütler kurduklarını, ülkeleri bu örgütler ve terör yöntemleri üzerinden istikrarsızlaştırıp nüfuz alanları oluşturma gayreti içine girdiklerini, bazı toplumların küskünlüklerini ve hırslarını yeni bir siyasi güç olarak keşfettiklerini, meşruiyet araçlarını bir kenara itip bu ihtiraslara güç vererek bir nevi haydutluğa başladıklarını görüyoruz.

Artık çokuluslu sözleşmelerin, devletleri sınırlayan ulusüstü kurumların ve kuruluşların etkisinin azaldığı, küresel sistem arayışı yerine belli güçlerin açgözlülüğüne dayalı bir hoyratlığın baş gösterdiği, ‘stratejik ortak’ların birbirine saldırdığı, korkunç bir talan döneminin başladığı, askeri anlamda çok tehlikeli bir döneme girildiği bir gerçektir.

2008’de Batı’yı, küresel ekonominin merkezini vuran krizin bütün bunların temelini oluşturduğunu, krizin ekonomik değil aslında jeopolitik olduğunu, yeni bir küresel ekonomik düzen inşa edilememesinin tek nedeninin ABD ve Avrupa’nın kendilerine dünyayı yönetme gücü veren kurulu ekonomik düzeni değiştirmeye ve paylaşmaya yanaşmaması olduğunu, bugünkü kaosun temelinde bu paylaşım mücadelesinin yattığını, ekonomik paylaşım sağlanmadığı sürece küresel siyasi düzenin inşa edilemeyeceğini, ancak geleceğe dönük eğilimlerin bunun tam tersi geliştiğini, bu gerçeğin de güç çatışmalarını alabildiğine tırmandırdığını biliyoruz.

İnsan ırkı, adil paylaşma kapısını neredeyse kapattı. Bunun yerine komşularına hatta evin içindekilere saldırılara başladı. Böyle bir durumda yeniden dengeli bir uluslararası sistemin kurulması, en azından kısa vadede mümkün görünmüyor. Bunun yerine yerel, bölgesel, küresel güç haritası üzerinden sarsıcı mücadelelerin yaşanması, 21. yüzyılın bu hesaplaşmalarla geçmesi muhtemel görünüyor.

20. yüzyıl boyunca dünyayı yöneten merkezlerin kredileri tü- kendi. Artık hiçbir ulus, kendi kıtalarındaki devletler ve ülkeler bile onlara güvenmiyor. Zora dayanan, zor kullanmayı önceleyen bir döneme girdik. Ekonomik hırslar da, siyasi ihtiraslar da, kaynaklara yönelik talan da bu güç kullanımını, boy ölçüşmeyi tahrik ediyor, kontrolü zor bir alana yöneltiyor.

Eskinin dünya yöneticilerinin artık müttefik değil tehdit olarak algılanmaları, dünyanın bu yeni tehditlere karşı savunma hazırlıklarına girişmesi, onların ekonomik kıyamet senaryolarına bağışıklık kazanmak için tedbirler almaları, bu merkezlerle yükselen güçler arasındaki sermaye ve teknoloji açığının hızla kapanması, savunma alanında onlarla boy ölçüşebilecek meydan okumaların dünyanın birçok bölgesinde kendini hissettirmesi gibi durumlarla karşı karşıyayız. Türkiye’nin bugün yüzleştiği çatışmaların tamamı işte bu ger- çeklerden kaynaklanıyor. Yükselen, yıldızlaşan, yeri geldiğinde meydan okuyan, tarihi iddialarını bugüne taşıyan, küresel güç kırılmalarına ve güç kaymalarına göre pozisyon belirleyen, bir tarih ve gelecek yürüyüşü başlatan Türkiye’nin şaşırtıcı yükselişi yeni düşmanlar ve rakipler ortaya çıkardı. İşin en önemli yanı ise, bu düşmanların daha önce dünyanın merkez güçlerini oluşturan, Türkiye’yi de bir şekilde kontrol altında tutan ülkeler olması. Kavga ne kadar şiddetliyse o kadar hızlı güç kazanıyorsunuz demektir.

Türkiye’nin yüzleştiği kavgalar ve krizler iddialarının ve potansiyelinin çok büyük olmasındandır. Bu haliyle Türkiye, küresel iktidar alanının etkin ülkelerinden biri olmuştur, güç haritasının ağırlık merkezine kaymıştır, bir zamanlar kendisine vasilik yapan ülkelerin hareket alanını daraltabilecek noktaya ulaşmıştır. Türkiye için de dünya için de en tehlikeli dönemdir bu. Dünya, bu güç çatışması ve hesaplaşmada en tehlikeli döneme girmiştir.

Uzlaşmadan, işbirliğinden, dayanışmadan, kalıcı ittifaklardan yüz çevrildiği bu dönemde, güçler birbirini imha ederek sınırlandırmaya odaklanmıştır. Bu durum, çok tehlikeli gelecek senaryolarını düşünmemizi zorunlu hale getirmektedir. Yeni dünyanın bir lideri olmayacak. Artık hiçbir güç ya da bölgesel ortaklık dünyayı tek başına peşinde sürükleyemeyecek. Bunun yerine kırılgan, öfkeli bölgesel ortaklıklar öne çıkacak. Yakın gelecekte, Atlantik’te de Pasifik’te de bir küresel iktidar alanı oluşamayacağı bir gerçektir.

Yarış daha da hızlanacak. Hesaplaşma daha da büyüyecek. Bazı uluslar gerileme hatta çöküş dönemine girerken bazı uluslar tarihe ve güce dönüş yapacak. Türkiye bunlardan biridir. Ama 21. yüzyıl Batı’nın duraklamasıyla, Doğu’nun yükselişiyle, dramatik güç hesaplaşmalarıyla geçecek. Ciddi harita değişiklikleri olacak. Siyasi haritalar, ekonomik haritalar, güç haritaları alt üst olacak.

Öyle görünüyor ki, dünyanın yeni bir lideri olmayacak. Ama geleceğin dünyası da zaten lider, öncü ülkelerin formatladığı bir dünya olmayacak.

Dikkat çekenler...