Ticaret savaşlarının kazananı olmaz, kaybedeni çok olur

1.Dünya savaşı küresel güçler mücadelesinde bir paylaşım kavgasından çıkmıştı. Çoğunluğu Avrupa’da 23 milyon insan ölmüştü. Kazanan ülkeler İngiltere, Fransa, Rusya olurken, kaybeden ülkeler ise Almanya, Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu çok ağır zayiatlar vermişler, bedeller ödemişlerdi. Ardından başta Avrupa’da ve tüm dünyada ekonomide korumacılık ve içe kapanmacılık rüzgârları başlayınca, 1929-34 döneminde büyük buhran adıyla bilinen ilk büyük dünya ekonomik krizi yaşanmıştı. Devamında Avrupa’da ve Uzakdoğu’da faşizm, karşısında da Sovyetler Birliği boyunca komünizm taraftarı ülkeler karşıt kutuplar olarak cepheleştiler ve 2.Dünya savaşı patladı. 1939-45 yılları arasında başta Avrupa kıtasında ve Uzakdoğu’da toplam 63 milyon insan ölmüştü. 1945’de dünya nüfusu sadece 2 milyar kişiydi.
1945-1990 yılları arasında batı bloku ile komünist bloku arasındaki Soğuk Savaş, batı blokunun üstünlüğüyle sona erdi. 1990-2008 yılları arasında, ABD’nin liderlik ettiği ve Avrupa Birliği’nin desteklediği küreselleşme temelli düzen hâkim oldu. 2008’de batıdaki vahşi ve tamahkar kapitalizm anlayışının getirdiği yıkım süreci, 2008-2010 yılları arasında ABD ve Avrupa Birliği başta olmak üzere, son 100 yılın ikinci en büyük ekonomik krizini ve buhranını bütün dünya ülkelerine yaşattı. Bu 2. buhrandan sonra yeniden Avrupa kıtasında ve ABD’de, başka ülkelerde de, ekonomide içe kapanmacılık ve korumacılık eğilimleri güçlenmeye, yabancı düşmanlığı ve İslam karşıtlığı tahrik edilmeye, siyasal alanda da taraftar toplamaya başladı. 23 Haziran 2016’da İngiltere’de kazanan Brexit yani AB’den ayrılma kararı, Almanya, İtalya, Fransa, Avusturya, Polonya ve Macaristan’daki seçimlerde aşırı uç ve yabancı düşmanı partilerin güçlenmesi, ABD’de Trump, Rusya’da Putin ve Çin’de Xi Cinping’in güçlü iktidar ve korumacı bir ekonomi politikası anlayışıyla dünya sahnesinde yerlerini almaları, acaba 1918-1939 yılları arasındaki dönemi yeniden mi yaşıyoruz? sorusunu ve endişelerini beraberinde getirmektedir.
ABD Başkanı Trump, Kasım 2016’da seçildiğinden ve iktidarı Obama yönetiminden devraldığından bu yana, “Önce Amerika”, “Amerika’yı yeniden büyük yapmak” gibi slogan ve vaatleri doğrultusunda katı ve sert icraatlarına dolu dizgin devam ediyor. İklim değişikliğiyle ilgili Paris Sözleşmesinden çekilen, Trans-Pasifik Serbest Ticaret Bölgesi ve Trans Atlantik Serbest Ticaret Bölgesi müzakerelerinden ülkesini geri çeken Trump, ABD’nin Kanada ve Meksika ile 1994’de imzaladığı Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA) Anlaşmasını da yeniden müzakere etmekte, yoksa ülkesini çekeceğini açıkça ilan etmektedir.
Derken, Trump, ülkesinin yıllık 800 milyar dolarlık dış ticaret açığının 375 milyar dolarını yaptığı Çin ile sert bir dış ticaret savaşına girmiştir. İdeoloji ve dış politika alanında, Ortadoğu’da İsrail yanlısı tutumu ve kendisine boyun eğen bazı işbirlikçi Arap liderlerle Ortadoğu’yu karıştırma, Rusya ile silahlanma ve nükleer yarış, Çin ile de dünyada ekonomik hakimiyet ve Pasifik’te askeri üstünlük mücadelesine soyunan Trump’lı ABD, Mart ayı içinde korumacı dış ticaret politikası tedbirlerini ardı ardına almaya başlamıştır.
ABD, Türkiye’yi de kapsayacak şekilde, 23 Mart 2017’den itibaren geçerli olmak üzere, çelik ürünleri ithalatına yüzde 25, alüminyum ürünleri ithalatına yüzde 10 ilave gümrük vergileri getirdi. Bu tedbirden Avrupa Birliği, Avusturalya, Kanada, Meksika, Arjantin, Brezilya ve Güney Kore, karşılıklı müzakerelerin sonucunu görmek üzere, 1 Mayıs 2017 tarihine kadar muaf tutuldular. Çin, dünyanın bir numaralı çelik üreticisi ve ABD ile ticarette fazla veriyor. Ama Türkiye, ABD ile dış ticaretinde genelde ve çelik özelinde açık verdiği halde, bu ilave gümrük vergisi kararından muaf tutulmadı. Bu da, stratejik ortak, müttefik, model ortak olmanın gereği herhalde!

Devamı Derin Ekonomi Dergisi Nisan 2018 sayısında …

Dikkat çekenler...