Haritaya biraz da tersten bakalım

Bugünlerde dünyada, ezberlerimizi yeniden gözden geçirmemizi gerektiren ilginç olaylara, daha net bir ifadeyle uluslararası güç dengesinde uzun süreden beridir yaşanmakta olan tektonik kaymanın sebep olduğu şaşırtıcı semptomlara şahit oluyoruz.
Günümüz uluslararası düzeninin en belirgin özelliklerinden biri şu: Devletler veya büyük güçler, sıcak çatışma sahalarında da, yeni nesil soğuk savaşlar verilen diplomatik mücadele alanlarında da, mümkün mertebe doğrudan karşı karşıya gelmemeye gayret gösteriyorlar. Hem sıcak çatışmalar, hem de diplomatik çekişmeler daha çok vekalet yoluyla icra ediliyor.
Hepimizin yakından takip ettiği üzere şu anda özellikle Ortadoğu coğrafyası, global büyük güçlerin vekalet savaşlarının sahnesine dönüşmüş durumda. Bu güçler, muhtelif askeri unsurlarıyla bölgede bizzat konuşlanmış olsalar bile, ufak tefek kazalar veya kaza görünümlü saldırılar haricinde, doğrudan birbirlerine silah doğrultmamaya, kurşun sıkmamaya büyük özen gösteriyorlar. Hesaplarını daha çok destekledikleri güçleri çeşitli biçimlerde sahaya sürerek veya gerektiğinde onları karşı karşıya getirerek görüyorlar.
Bu politika tarzının temelinde ise çok basit bir neden var: Hiçbir devlet bir başka devletle doğrudan çatışmanın doğurabileceği büyük maliyetleri veya şiddetin karşılıklı tırmandırılmasıyla varılabilecek geri dönülmez noktaları göze alacak kadar aklını yitirmiş değil.
Dünya siyaset sahnesi, mahalle kabadayıları gibi hareket eden büyük güçler arasında mıntıkalar halinde paylaşılmış durumda. Herkes kendi mıntıkasının ağalığı yapılıyor, bir mesele olduğu zaman ağababalar yerine tetikçiler sahneye sürülüyor, mıntıka ihlalleri olduğunda ise ikazlar yine bu tetikçiler üzerinden verilen mesajlarla muhataplara aktarılıyor.
Bunun en müşahhas örneğine bugün Suriye coğrafyasında şahit oluyoruz. Bu kadim coğrafya, bugün maalesef, vekalet savaşları denen tarz-ı siyaseti sahada incelemek isteyebilecek siyaset bilimciler için ‘bulunmaz’ bir laboratuvar ortamı sunuyor.
Vekalet savaşlarının bu kadar revaçta olmasının tarihsel sebebi, devletlerin bizzat çatışmasının yaratabileceği maliyetlerin 20. yüzyılda yaşanan iki kıyıcı cihan harbi neticesinde tüm çıplaklığıyla tecrübe edilmesinden kaynaklanıyor. İkisinin de sonunda hem kazananların hem de kaybedenlerin kaybettiği bu şiddetli savaşlar, genel olarak insanlık kadar, büyük güçler için de unutulmaz bir ders oldu.
20. yüzyılın ikinci yarısının neredeyse tümü boyunca süren Soğuk Savaş, bu tecrübelerin ve atom bombası gibi caydırıcı tehditlerin gölgesinde yaşandı. Bu bakış açısıyla Soğuk Savaş dönemini, bugün içinde bulunduğumuz vekalet savaşları döneminin kuluçka evresi olarak nitelemek de çok yanlış olmaz.
Geçtiğimiz ay diplomatik vekalet mücadelesinin yeni bir tezahürüne Asya Pasifik sahasında şahit olduk. Donald Trump gibi asabiyet ve hamasetle mücehhez bir liderliğe sahip ABD, eksantrik lideri Kim Jong-Un’la ve nükleer silahlarıyla dünya medyasının gündeminden neredeyse hiç düşmeyen Kuzey Kore’yle karşı karşıya geldi. Karşılıklı tehdit ve restleşmeler öyle bir noktaya vardı ki, dünya kamuoyu yarım asır önceki Küba krizinden bu yana ilk kez ciddi ciddi nükleer saldırı ihtimalini konuşmaya başladı. Uluslararası yayınların kapaklarında, uzun süreden sonra ilk kez, içinde Trump ve Kim’in kellelerinin de bulunduğu atom bombası bulutları görülmeye başlandı.
İşin bu kadar ciddiye binmesinin ve ciddiye alınmasının ardında başka bir esas sebep olduğu ise aşikar. Yoksa, istediği kadar atom bombası şovu yapsın, Kuzey Kore’nin çapı tek başına bu kadar gündem yaratmaya imkan vermez.
İşin bu noktaya varmasına sebep olan temel faktör, ABD ve durdurulamaz bir şekilde yükselen Çin arasındaki uluslararası güç mücadelesinin, artık iyice kızışmış olmasından başka bir şey değil. Kuzey Kore üzerinden gerçekleşen son kabarmayı, yeni Amerikan yönetimine ve Trump’a bağlamak da bir ölçü de mümkün tabii ama çekişme hiç yeni değil. Önceki ABD Başkanı Barack Obama döneminde de, bu çekişmenin emareleri açıkça ortadaydı ve ABD işi, bizzat o dönemki Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın ağzından ‘esasen bir pasifik gücü olduğunu’ beyan etmeye, başka bir deyişle o mahallenin kabadayısının kendisi olduğunu ilan etmeye kadar vardırmıştı.
Biz ister istemez kendi bölgemizle, bölgenin bitmeyen çatışma ve sorunlarıyla fazlasıyla meşgulüz, kafamızı kaldırıp kürede neler olup bittiğine odaklanamıyoruz. Oysa tam da bugünlerde dünya haritasına Atlantik’i değil, Pasifik’i ortaya alarak bakmakta fayda var, çünkü bizi de fazlasıyla etkileme potansiyeli olan yeni global güç muvazenesi, sert vekalet diplomasisi enstrümanlarıyla orada inşa ediliyor.

Dikkat çekenler...