Göç ve ahlaki sorumluluk

Angela Merkel’e çok yazık, bence onun için üzülmemiz gerekiyor. Özellikle de mali yardım görüşmeleri sırasında Yunanistan’ın solcu Syriza Hükümeti’ne karşı acımasız duruşundan ötürü liberal Avrupa basını tarafından Hitler’in kadın versiyonu olarak tasvir edilmesinin ardından. ‘Yanlış’ din, etnik köken ve mezhepten Suriyeli sığınmacıları, Nazi Almanya’sından kaçan milyonlarla kıyaslamaktan çekinerek yüzbinlerce Suriyeli sığınmacıyı ülkesine kabul ederek imajını yumuşatmaya çalıştı.

Merkel’in planı geri tepti, ancak sadece (5-6 Eylül tarihlerinde) 20 bini bulan Almanya’ya olan göçmen akınındaki ani artışla, Alman Hükümeti artık bu yılın sonunda ülkeye gelen sığınmacı sayısının milyonu geçmesini bekliyor. Almanlar bu durumun hazineye maliyetini ve önde gelen AB ülkelerinin yükü paylaşmadaki acizliğini protesto edince gerek parlamentoda, gerekse sokaklarda şiddetli tepkiler birbirini izledi. Aşırı sağ kanat da bu durumu alçak bir ırkçılığı parlatmak için fırsat olarak gördü.
Merkel aynı hafta içinde Avrupalı muhafazakar medyanın ifade ettiği haliyle sığınmacı ‘akınını’ önleyecek sınır kontrolünü tesis edebilmek için AB iltica politikası kurallarını ihlal ederek beceriksiz bir U dönüşü yaptı. Avusturya, Macaristan ve Slovakya da aynını yapınca 20 yıldır sınır kontrolü olmayan bütünleşik iltica politikası güden Schengen Anlaşması, buruşturulup bir kenara atılmış oldu. Başbakan Merkel’in bu ikilemi, halklar tabanında ortaya çıkan duygusal zaruretleri göz önünde tutarken, kendinden kaynaklanan politik ve ekonomik kısıtlar altında insani bir krizle nasıl başa çıkılması gerektiği konusunda tüm Avrupa’nın yüz yüze kaldığı durumu yansıtıyor.

23 milyonu yerinden edilen, 4.27 milyonunun da bu yıl sonu itibariyle ülkeden çıkması beklenen Suriyeliler, dünyanın en büyük sığınmacı nüfusunu oluşturuyor. Bölgesel olarak 2 milyon sığınmacıya kapılarını açan Türkiye en büyük yükü üstlendi. Her beş kişiden birinin Suriyeli olduğu küçük Lübnan, kişi başı oranlarla başı çekerken halihazırda 2 milyon Filistinli sığınmacıya ev sahipliği yapan Ürdün’deyse her 13 kişiden biri Suriyeli. Mısır da 132 binden fazla Suriyeliyi kabul etti.
2 milyon Suriyeli sığınmacı için Avrupa hâlâ tercih noktası. Birleşmiş Milletler Göçmen Komisyonu’na göre Suriyeli sığınmacıların büyük çoğunluğu yasal iltica başvuru talebinde bulunacak.

Suriyeli sığınmacılar Avrupa’nın geçtiğimiz yıllarda göçmen sorununa kayıtsız kalmasına neden olan şablona uymuyor. Ekonomik nedenlerle göç eden, Avrupalı iş gücünün işini elinden alma ya da devlet yardımları peşinde olan yoksullaştırılmış, koyu tenli genç erkek topluluğu değiller. Tam aksine farklı etnik ve dini kökenleri olan, çoğunlukla iyi eğitimli, çocuk sahibi iyi giyimli erkek ve kadınlardan oluşuyor. Bu insanların Akdeniz’i geçerek Avrupa’ya uzanan zahmetli ve riskli yolculuğu yapacak finansal ve lojistik kaynakları bulunuyor.

Yetişkin Suriyeli sığınmacıların üçte biri yüksek öğrenim mezunu ve donanımlı mühendis, doktor, öğretmen, muhasebeci ve hemşirelik gibi mesleklere sahip. Nüfusu hızla yaşlanan ve iş gücü açığı listesi giderek uzayan İsveç bu profesyonellere kapısını açıyor ve yıl sonu itibariyle 160 binine konaklama, devlet yardımı ve dil eğitimi sağlayarak yasal iltica statüsü vermeyi planlıyor.
Çoğu Avrupalı tıpkı kendi çocuklarına benzeyen çocukların kıyıya vuran cansız bedenleri ya da kendileri gibi GAP ve H&M marka giysileriyle pahalı bebek arabalarını sürerken, bilet parasını ödemiş olmalarına rağmen Avusturya trenine binmeye çalıştıkları için Macar polisler tarafından itilen, nutuk çekilen ve tartaklanan genç çiftlerin fotoğraflarından oldukça etkilendi.
Dolayısıyla da Suriyeli mültecilere karşı büyük kamuoyu desteği o kadar da şaşırtıcı değil. Kapıların açıldığı o hafta sonu binlercesi “Hoş geldiniz” pankartlarıyla başkent sokaklarına çıktı. Ancak çok küçük bir azınlıkta da olsa Almanya, Yunanistan ve Avusturya’da fanatik yabancı ve İslam düşmanı olup da zehirli nefretlerini sosyal medyaya kusanlar da var.
Avrupa çapında politik pozisyonlar sığınmacı kriziyle giderek kutuplaşıyor. Birleşmiş Milletler ve AB, sığınmacıları tüm Avrupa ülkelerine dağıtacak mecburi bir kota sistemi taraftarı. Ancak 7 Eylül pazartesi günkü acil toplantıda Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’ın kota planı kabul edilmedi. AB bütçesine en büyük katkısı olan Almanya ve Avusturya üstüne düşeni yapmayı reddeden ülkelere yaptırımla göz dağı veriyor.

BM İnsan Hakları Şefi Zeid Raad al-Hussein, basında ve bazı politikacılar arasında ‘uzun süredir devam eden yabancı düşmanlığına’ rağmen İngiliz kamuoyunun empatisini övdü. David Cameron net bir şekilde, yılda en fazla 4 bin Suriyeli sığınmacıyı kabul edebileceklerini söyledi ki bu rakam sadece her gün Midilli’ye ulaşabilen sığınmacı sayısına denk geliyor.
Başbakan Viktor Orban’ın liderliğindeki sağcı Macar Hükümeti, bugüne kadar Avrupa’daki en sert tutumu gösterdi. Bir yandan Sırbistan sınırına çektiği dikenli telleri hızla tamamlayan Orban, krizi Avrupa’nın refahına Hıristiyan değerlerine saldırı olarak tanımladı. Bir çok Suriyelinin aslında Hıristiyan olduğunun farkında olmasa gerek! Macaristan güvenlik sınırını ihlal eden göçmenleri tutuklayacak ve iltica talebinde bulunanları Sırbistan’a geri döndürecek ki, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre halihazırda kendi iç göç sorunuyla uğraşan Sırbistan bu anlamda doğru bir varış noktası değil. Macar Hükümet Sözcüsü Zomtan Kovacs ‘yeni bir dönemin’ ilan edildiğini ‘yasadışı sığınmacıların sınırlarına doğru akınını durduracaklarını’ açıkladı.

Bu arada İngiltere’nin yeni seçilen solcu İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn ise 12 Eylül cumartesi günü Londra’da gerçekleştirilen “Sığınmacılar Hoş Geldiniz” mitingindeydi.

Batı’nın gerek rejim gerekse İslamcı radikal grupların aşırı vahşetinden kaçan Suriyelilerin zor durumu karşısında biraz ahlaki sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Çünkü, IŞİD gibi gruplara fırsat veren bu güvenlik açığına Batı’nın Suriye’ye gerek askeri gerekse politik katılımı neden oldu. Yani çözümden ziyade problem yarattı.

Herkesin gözünün önünde olan ve fakat konuşulmayan şey ise Batı kadar olmasa da en az onun kadar Suriye’ye müdahale eden ancak tek bir sığınmacıyı bile kabul etmeyen Körfez ülkelerinin tavrı. Bu ülkelerin bir tanesi bile ilticacıların standartlarını belirleyen BM konvansiyonunu imzalamadı. Arap kimliği taşıyan ve oldukça zengin bu ülkelere gidebilmek için tehlikeli bir deniz yolculuğuna çıkmak gerekmiyor. Üstelik Kuran’ın din kardeşlerine yardım konusundaki kesin hükümlerini yok sayıyorlar. Sudi Arabistan’ın 100 bin Suriyeliye barınma sağladığı iddiasıysa tam bir ikiyüzlülük, çünkü krallıktaki kaynaklar bunların şu anki krizden çok önce gitmiş işçiler olduklarını ve vatandaşlık haklarına çok yeni kavuştuklarını ileri sürüyor.
Kendim de eski bir sığınmacı olarak beni kabul eden ve vatandaşlık veren İngiltere’ye müteşekkirim. Ancak siz okuyucuları temenni ederim ki vatanından kaçan bu insanların en büyük arzusu birgün geri dönebilmektir. Tarihin Suriyeli diasporaya bugüne kadar biz Filistinlilere olduğundan daha iyi davranmasını umut edelim…

Dikkat çekenler...