Dünyanın yönü değişir mi?

Dünya düzeni, 2008 yılında Lehman Brothers’ın batmasıyla başlayan küresel finansal krizden bu yana, bir belirsizlik ikliminin, bir çeşit ‘fetret devri’nin içinde. Bu zaman dilimini, 1929’da Büyük Buhran’la başlayıp II. Dünya Savaşının bitimine kadar devam eden döneme benzetmek mümkün.

Büyük Buhran’dan sonra da dünya dengesini bir türlü bulamamış, ‘düzen kurucu’ değil ‘tahrip edici’ aktör ve süreçler ön plana çıkmış, insanlık II. Dünya Savaşı gibi tarihin en yıkıcı harplerinden birinin içine sürüklenmiş, sonunda ‘tahrip edici’ güçlerin kesin mağlubiyetiyle yeni bir düzenin kurulabilmesi için uygun koşullar ortaya çıkabilmiştir. Aldığı kritik virajlarla günümüze kadar gelen siyasi ve ekonomik düzenin temelleri, bu büyük savaşın ardından atıldı. İki sistemli bir yapıya dayanan bu düzen, 1970’li yıllarda yaşadığı büyük tıkanmaya rağmen, 80’lerden itibaren ‘cilalı’ bir devir yaşadı. 80’li yılların sonunda düzenin komünist ayağı çöktü ancak diğer ayak güçlenerek varlığını devam ettirdi. Öyle büyük bir zafer havası doğdu ki, tarihin sonu ilan edildi.

90’lı yıllar, bazı irili ufaklı meydan okumalara rağmen bu zafer havası içinde geçti. Global hakimiyetini günden güne berkiten ve bir noktadan sonra yenilmez bir görünüm arz eden liberal küresel düzen, bir çeşit altın çağ yaşadı.

Başta Çin olmak üzere Asya’nın dünyanın üretim üssüne veya fabrikasına dönüştürüldüğü bu yıllara, küresel ‘bolluk çağı’ demek yanlış olmaz. Batı ülkeleri başta olmak üzere dünya, Asya’dan akan ucuz ürünlerle görülmemiş bir refaha boğuldu. O günlerde yapılan popüler bir mukayese ile, sıradan bir süpermarkette kolayca bulunan ve düşük bedellerle satın alınabilen ürünlere, önceki yüzyıllarda değil sıradan halk soylular bile sahip olamamıştı.

Bu parlak dönem, 2000’li yılların ortalarına kadar devam etti, ondan sonra tekleme işaretleri gelmeye başladı. Asya’nın fabrika, Batı’nın ana pazar olarak konumlandırıldığı bu düzen, daha fazla sürdürülemezdi. İşin doğrusu, bu ‘küresel lale devri’ sonunu getirecek arızaları da bünyesinde bulunduruyordu. Arızanın açığa çıktığı ve tüm dünyayı sarsan an, 2008 küresel krizinin başlangıcı oldu. Dünya, o günden bugündür rahat yüzü görmedi. Tepkili geniş halk kitleleri sağ ve sol popülist hareketleri iktidara taşıdı. Globalleşme ve uluslararası ticaret sorgulanmaya başlandı. II. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş, Birleşmiş Milletler’den NATO’ya kadar pek çok uluslararası organizasyon eleştirilerin odağına oturtuldu, işlevsizlikle ve hatta ayak bağı olmakla itham edildi. Dünyanın farklı coğrafyalarında, tıpkı II. Dünya Savaşından önce olduğu gibi, düzen kurucu veya sürdürücü aktörler güç kaybederken, tahripkâr hareketler revaç bulmaya başladı.

ABD’de Donald Trump’ın 2016 yılında başkan seçilmesi, bu tarihsel sürecin zirve anı ve dönüm noktası oldu. Trump liderliğindeki ABD, daha önce büyük bir hevesle yürüttüğü dünya liderliği rolünü büyük bir hevesle terk etti. Bizzat kendisi tarafından kurulmuş uluslararası kurumları sorgulayan ve hatta bazılarından çekilen ABD, bugün artık ‘dünya düzensizliği’ dememiz gereken halin en büyük belirleyicisi oldu. Bütün bu süreç, çare olarak başvurulan popülist siyasi hareketlerin de pek işe yaramadığının tecrübe edildiği bir zaman dilimi oldu. 2019 yılının sonunda Çin’in Wuhan kentinde başlayıp tüm dünyaya yayılan Covid-19 pandemisi, bu çıkmazı iyice görünür kıldı.

Dünya şimdi yeniden bir arayış içinde, ancak popülist seçeneklerden de gittikçe uzaklaşıyor. Yaklaşan ABD seçimleri bu konuda en büyük işaret olacak belki de. Trump’ın ikinci kez seçilmesi popülist dönemin henüz doygunluk noktasına varmadığını gösterecek. Eski başkan Barack Obama’nın yardımcısı, Demokrat aday Joe Biden’ın kazanması ise yeni bir düzen kurma ihtiyacının acilleştiğinin işareti olarak görülecek.

Aranan bu düzenin 2008 öncesi düzenin bir karbon kopyası olamayacağı aşikar. Bernie Sanders, Elizabeth Warren gibi politik aktörlerin yükselişinde kendisini gösteren dip dalga, bunu imkansızlaştırıyor. Biden’ın nasıl bir istikamet tutturacağı ise hâlâ büyük bir muamma. Economist dergisinin 2 Temmuz tarihli sayısının kapağında maskeli bir Joe Biden fotoğrafı eşliğinde ‘Retro or radical?’ diye sorması boşuna değil.

Dikkat çekenler...