Dünya nereye gidiyor?

Dünya çok zor bir dönemden geçiyor ancak yaşadığımız günler bir yandan da, yakın ve uzak geleceğin tohumlarının atılmasına, atılmış tohumların da yeşermesine ortam sağlıyor. Kafalarımızı haklı endişelerimizden biraz uzaklaştırıp ufka baktığımızda, gelecekte neler olabileceğine ilişkin birtakım spekülasyonlar yapmak mümkün. Bu yazıda ben de biraz bunu yapmaya cüret edeceğim.
Dünyayı her şeyden önce yeni bir globalleşme dalgası bekliyor. Ancak bu yeni globalleşme, öncekinden farklı olacak. Sermayenin dünyanın hemen her tarafına yayıldığı, Asya’nın üretim, Batı’nın ise tüketim üslerine dönüştüğü, dünya çapında yaygın enformasyon teknolojileri altyapısı üzerinde işleyen hızlı iletişim imkanı ile harlanan bir önceki globalleşme süreci, 20. yüzyılın son çeyreğine şekil veren ana kuvvet oldu. Bu süreç, 2008 küresel finans kriziyle gelip duvara tosladı. Donald Trump’ın başkan seçilip ABD’yi içe kapatmaya girişmesiyle de, bildiğimiz anlamıyla globalleşmeye ara verildi.
Şimdi Joe Biden’ın başkan seçilmesi, verilen molanın sonu anlamına geliyor. Dünya globalleşme eğilimine devam edecek ancak bu yeni globalleşme bir öncekine göre daha ‘yerel’ ve daha dijital bir globalleşme olacak.
Her şeyden önce, Trump’ın üretimi eve çağırma politikasının devamı gelecek. Üretmeden, tüketim kredileriyle sürdürülen küresel bolluk çağı sona erdi. Şimdi artık dünyanın her bir ülkesi, yerinde üretime ağırlık vermek durumunda kalacak. Covid-19 sonrasında Çin merkezli global tedarik zincirinin sorgulanmaya başlaması, bu eğilimi güçlendirecek bir faktör olarak önümüzde duruyor.
Üretimin eve dönmesinin önündeki en büyük engel, gelişmiş Batı ülkelerindeki ücret seviyelerinin nispi yüksekliği idi. Bu engel, robot üretimine dayalı karanlık fabrikaların gittikçe yaygınlaşması ve 3D baskı gibi yeni nesil sanayi çözümleri ile, yavaş yavaş aşılacak.
Bu arada hizmet sektörünün çapı, daha fazla insan istihdam edecek şekilde genişletilecek; hatta yeni ihtiyaçlar ‘doğacak’ ve bu ihtiyaçlara cevap vermek üzere yepyeni meslekler hayatımıza girecek. Hizmetin tanımı da genişleyecek. Bugünlerde sık sık duyduğumuz sosyal girişimler, insanlara iş veya uğraş temin etmenin yeni yolu olarak, gittikçe daha çok revaç bulacak. Ücret seviyelerini eski yüksek seviyelerinde olmasa bile belirli bir düzeyde tutmak ancak bu ‘yeni hizmet sektörü’ anlayışıyla mümkün olacak.
Aynı süreçte devletler de irileşecek. Özellikle Covid-19 sonrası dönemde yaygın sağlık hizmetinin öneminin daha iyi anlaşılması (birimizin sağlığı hepimizi ilgilendiriyor), yaşanan hızlı dönüşüme ayak uyduramayan, tabiri caizse tutunamayanlara yönelik devlet desteklerinin daha fazla talep ediliyor olması (birilerinin hep kazandığı, diğerlerinin hep kaybettiği bir düzen sürdürülemez), yeni ekonomik düzene katılabilmek için iyi eğitim almanın hayati önem arz etmesi (herkesin yarışa katılabilmesi tüm toplumun hayrınadır) gibi faktörler, devletin sosyal ve diğer uzuvlarının daha fazla serpilmesini gerektiriyor.
Devletin bu irileşmesini, hizmet sektörünün faaliyet alanının genişletilmesi ve hizmetin anlamının değiştirilmesi ihtiyacının devamı olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu arada gelir adaletsizliğinin gittikçe daha çok dillendirilmesini, ‘aşırı’ zenginleşenlere farklı vergiler konması talebinin yükselmesini, ‘evrensel temel gelir’ gibi yeni fikirlerin rağbet görmesini de hep birlikte ele almak yerinde olur. Bunların hepsini birbirini tamamlayan eğilimler çünkü.
Dünyayı, insanların ve malların daha az hareket ettiği, diğer yandan enformasyon teknolojilerine dayalı ve gittikçe hızlanan iletişim altyapısı sayesinde paranın ve fikirlerin çok daha çabuk yayılıp etkileştiği, iş yapma süreçlerinin parçalara ayrılıp şirketlerin ‘dağıtık’ hale geldiği, çok daha ilginç bir gelecek bekliyor.
Kemerlerinizi sıkı bağlayın!

Dikkat çekenler...