Bir Pirus Zaferi olarak Donald Trump

ABD Başkanı Donald Trump ilk seçildiğinde de yazmış ve söylemiştim: Amerikan halkının bir ‘siyasi şakayı’ iktidara layık görmesi, her şeyden önce modern globalleşme sürecinin ilk dalgasının gelip duvara çarptığının alametiydi. Globalleşme elbette yeni bir süreç değil. Tarihi, Büyük İskender’in Asya seferine ve bu sefer sonunda şekillenen Helenistik medeniyete kadar uzatılabilir en azından. Cengiz Han’ın bilinen tüm dünyayı egemenliği altına alma ihtirasını ya da Coğrafi Keşifler sonunda bilinmeyen dünyanın, Amerika’nın keşfedilmesini de birer küreselleşme merhalesi olarak kaydetmek mümkün.
Bunlardan farklı olarak modern küreselleşme, esasen teknoloji güdümlü bir süreç: Ulaşım ve iletişim teknolojilerinin insanoğlunun birkaç asır önce hayal bile edemeyeceği seviyelere erişmesiyle üretimden dağıtıma, tüketimden çevre kirliliğine kadar her şey global bir nitelik kazandı.
DÜNYA DÜZMÜŞ MEĞER
Thomas Friedman, bir zamanlar çok satanlar listelerinin zirvesinde uzun süre kalan meşhur Dünya Düzdür kitabında, modern küreselleşmenin bu ilk dalgasını çok net bir örnekle resmediyordu. Buna göre Amerika’da bir tüketici elini market rafına uzatıp oradan bir ürün aldığında, dünya çapında devasa bir mekanizmayı harekete geçiriyordu. O ürün kasadan geçirildiğinde bilgi anında stok yönetimi birimine iletiliyor, buradan zincirleme bir şekilde diğer departmanlara aktarılıyor, sürecin sonunda ise raftan eksilen o ürünün yerine yenisinin konması için Çin’deki ve Asya’nın başka bir yerindeki üretim çarkları dönmeye başlıyordu.
Karikatürize etmek gerekirse, Asya ile dünyanın dört bir tarafındaki (ağırlıklı olarak da Batı’daki) tüketim pazarları arasına sürekli hareket halinde olan bir üretim-dağıtım-tüketim bandı kurulmuş, bu bant üzerine Asya’da hammadde olarak konan nesne, bantın diğer ucuna satışa hazır mamul ürün olarak ulaşıyordu.
Yüksek teknoloji ve iletişime dayalı bu uluslararası işbölümü modeli çerçevesinde, Çin başta olmak üzere Asya kıtası dünyanın fabrikasına veya imalat üssüne dönüşmüş, ucuz işgücü sayesinde çok uygun maliyetlerle burada üretilen mallar Batı’nın pazarlama mekanizması vasıtasıyla dünyanın tüm pazarlarında satışa sunuluyordu.
KAZANANLAR VE KAYBEDENLER
Bu model Asyalı girişimcilere ve işçilere kazandırdı. Batılı üst sınıflara da kazandırdı. Ancak Batı’nın çalışan kesimlerine kaybettirdi. İş gücü fiyatları itibariyle Asya ile rekabet etmesi imkansız bu kesim, zaman içinde gelecek umudunu da kaybetti. Küreselleşmeye kitlesel olarak ilk itiraz edenler de bu kaybeden sınıflar ve onların temsilcileri oldu.
Kaybeden orta ve alt sınıflardan yayılan bu karamsar ruh hali, Batı’nın siyaset arenasına göçmen/mülteci/yabancı düşmanlığı olarak yansıdı –Müslümanlara yönelik öfke de bunun bir çeşitlemesinden başka bir şey değildi. Bu karşıtlığı dile getiren siyaset yelpazesinin aşırı uçları, oy oranları ve söylemleriyle siyasetin merkezine yürümeye başladılar. Fransa’da Le Pen’in yükselişi, İngiltere’de Brexit kararı, Doğu Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde aşırı sağın iktidara gelmesi ve nihayet Donald Trump’ın ABD’ye başkan seçilmesi, hep bu kaybeden ve gelecekten ümitsiz kitlelerin desteğiyle gerçekleşti. Trump’ı Beyaz Saray’a taşıyan göçmenleri kapı dışarı etme, Meksika sınırına duvar örme, üretimi eve geri çağırma, uluslararası ticaret anlaşmalarından tek taraflı çekilme gibi vaatler, kaybeden sınıfların irrasyonel sızlanmalarının siyasi dile tercümesinden başka bir şey değildi.
‘Amerika First’ (Önce Amerika) sloganıyla özetlenebilecek bu siyasi karşı atak, bugün gelip duvara toslamış durumda. Bu toslama mukadderdi çünkü modern küreselleşmenin ilk dalgası sona ermiş olsa bile küreselleşme süreci duracak gibi değil. Karşısına çıkan tüm tarih ve akıl dışı itirazları kenara süpürüp yoluna devam etme konusunda büyük bir kudrete sahip.
Seçildiği ilk günden bu yana iç politikada yoğun baskı altına alınmış Trump’ın peş peşe aldığı absürt kararlar neticesinde ülkesinde ve dünyada yapayalnız kalması, en son Davos’ta katılımcılar tarafından yuhalanması, Time’ın Amerika’nın büyük yalnızlığını çarpıcı bir grafik ustalıkla kapağına taşıması gibi gelişmeler, küreselleşme sürecinin durdurulamaz niteliğinin aktüel kanıtlarından başka bir şey değil. Bugün vardığımız noktadan geriye doğru baktığımızda, Trump’ın seçim zaferini de küreselleşme karşıtlarının Pirus Zaferi olarak nitelemek mümkün. Kısa zamanda bu kadar zemin kaybetmeleri, tarihsel olarak çoktan yenildiklerinin kesin bir kanıtı.
Küreselleşme durmayacak elbette ancak mevcut uluslararası kurumlar ve hukukla, mevcut devletler arası düzenle bir yere varılamayacağı da açık. Böyle büyük sorunlar geçmişte çoğu zamanla savaşlarla çözüme bağlanıyordu ancak şu anda büyük dünya güçleri birbirleriyle savaşamayacak kadar entegre olmuş, iç içe geçmiş durumda. Savaşırsak yalnızca bir cephe değil, hepimiz kaybedeceğiz. Ve yüksek ihtimalle büyük bir medeniyet kaybına uğrayacağız. İnsanlık yeni bir müzakere ve pazarlık yolu geliştirmek zorunda.

Dikkat çekenler...