Haziran’ın son haftası, küresel politikaları ve güç haritalarını etkileyecek çok önemli gelişmeler oldu. İngiltere Avrupa Birliği’ni sarsarken Türkiye altı yıl sonra İsrail’le krizi sona erdirdi. İsrail’den sonraki sürpriz ise Rusya oldu. Sanırım Temmuz-Ağustos aylarında uluslararası diplomaside en çok konuşulan ülkelerden biri Türkiye olacak. Zira, İsrail’den sonra Rusya ile yakınlaşma, hemen sonrasında Mısır ile buzların eritilmesi gelecek. Belki de Suriye politikalarında derin değişiklikler izleyeceğiz.
İngiltere’nin ayrılma kararıyla Avrupa Birliği, tarihinde ilk kez kaybetti. Kıta Avrupası ile Kuzey Avrupa arasındaki bu ayrışmanın AB’nin çözülme ve gerileme dönemini başlatacağından, Almanya’nın Avrupa projesini zora sokacağından, Kuzey ve Güney Avrupa ülkelerini de çözülmeye teşvik edeceğinden kuşku yok. Bu kopuş, her ne kadar ekonomik görünse de, krizle bağlantılı tartışılsa da jeopolitiktir. Ve bu jeopolitik sarsıntının Avrupa sınırlarının çok ötesinde etkisi olacaktır.
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı küresel güç haritasında çok büyük değişikliklere neden olacak. Bu hareketlilik 2006 yılında tartışılmaya başlanan ekonomik krizin bugüne taşıdığı kırılmadır. O tarihlerde Avrupa ve Amerika’yı vuran ekonomik kriz bazıları tarafından geçici, hiçbir yapısal değişiklik gerektirmeyen, güncel müdahalelerle üstesinden gelinebilecek bir durumdu.
Böyle düşünenler bütün dünyayı aldattı. Çünkü onlar sadece kendi kazanç düzenlerinin devamını istiyordu. Dünyanın ekonomik refah ve dengeye ulaşması umurlarında bile değildi. Varolan ekonomik düzen bozulursa kendi düzenleri, küresel güç hakimiyetleri bozulacak, en azından onu paylaşmak zorunda kalacaklardı.
İşin mahiyetini, vahametini anlayanlar da vardı. Hep konuştular, uyardılar, ama susturuldular. Onlar, ekonomik krizin aslında jeopolitik krizin habercisi olduğunu, Batı’nın kendi içinde güç mücadeleleri başlatacağını, sosyal huzursuzlukların artacağını, ulusüstü yapılanmaların tehlikeye girebileceğini söylüyorlardı. Varolan ekonomik ve siyasi düzenin acımasız bir Atlantik hükümranlığına dayandığını, onların bu gücü dünyanın geri kalanıyla paylaşmadığını, tek çözüm yolunun küresel ekonomik düzende yapısal/paylaşımcı yeni bir düzenleme olduğunu söylüyorlardı.
Bu uyarıcılar haklı çıktı. Küresel ekonomik düzen daha da tıkandı. Sosyal sorunlar, jeopolitik kavgalar ve kopuşlar başladı. Bir zamanlar Türkiye için söylenen “eksen kayması” artık Avrupa’nın merkez ülkeleri için bile tartışılabilir oldu. Oysa kayan dünyanın ekseniydi ve hiçbir devlet, belli bir mevzide kalıcı değildi, artık olmayacaktı. Bu yüzden İngiltere’nin kopuşu AB’nin yani yeni Roma İmparatorluğu’nun dağılma sürecine girdiğinin ilanıdır. İngiltere’nin kararı işte bu gerçekleri açığa çıkardı, gizlenemez hale getirdi. Bundan sonra herkes kartlarını açık oynamak zorunda kalacaktır. Böylece biz de Batı’nın kendi içindeki güç savaşını okuyabileceğiz.
Bir kaç yıl önce AB’nin nasıl parçalanacağına dair haritalar çiziliyordu. Burada da hatırlatmakta fayda var. Bu konuda “The Divided States of Europe” başlıklı analiz örnek olarak okunabilir.
Alman bölgesi: Almanya, Avusturya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Hırvatistan, İsviçre, Slovenya, Slovakya.
Kuzey Bölgesi: İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, İzlanda, Estonya, Litvanya ve Latviya… Bu Baltık ülkelerinin Rusya tehdidine karşı en yakın müttefiki Almanya olacak.
Doğu Avrupa ülkeleri: Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan… Kendi içinde bölgesel bir yakınlaşmaya gidebilir…
Akdeniz ülkeleri: İtalya, İspanya, Yunanistan, Portekiz, Kıbrıs Rum Kesimi
Fransa ve İngiltere ise her hangi bir bloka mensup sayılmıyor. En sonunda İngiltere kendi yolunu seçti ve çözülmenin ilk adımını atarak belki Birleşik Avrupa fikrini mezara gömdü.
Türkiye’nin Rusya, İsrail, AB ülkeleri, İran ya da başka bölge ülkeleri ile arasında geçen krizleri, dalgalanmaları dikkatle değerlendirmek ve bu dönemin gerçekleri olarak görmek lazım. Her ülke pozisyon değiştiriyor, her ülke, kendini daha sağlama alacak bir gelecek çizmeye çalışıyor.
Belki de dünya, I. ve II. Dünya Savaşları’ndaki kamplaşma düzenine savruluyor. Küresel travmalar hep bu coğrafyadan çıkmıştır ve belki yine oradan çıkacaktır. AB düşüncesi, III. Dünya Savaşı’nı önlemeye dönüktü. Bunu belli bir süre başardılar ama yolun sonuna gelinmiş gibi. Ayrıca, iki dünya savaşında da dünyanın geri kalanında hiçbir güç yoktu. Şimdi onlara her alanda meydan okuyabilecek güçler çıktı ortaya ve bu Avrupa’nın işini çok daha zorlaştırdı.
Kişisel olarak bu ayrışmayı “Avrupa İç Savaşı”nın başlangıcı olarak görüyorum. Siyasi tarihin büyük bölümü Avrupa iç savaşından oluşuyor çünkü.
Temmuz ayından itibaren hem içinde bulunduğumuz coğrafyada, hem Avrupa Birliği içinde, hem Avrupa ile Rusya arasında çok ciddi hareketlilikler bekleniyor. Ülkelerin pozisyonlarında ciddi değişiklikler hissedilecek. Kaynaklar ve pazarlar üzerine hesaplaşma çok şiddetlenecek. Sanırım Türkiye’nin de içinde bulunduğu son hareketlilik bununla ilgili. İngiltere’nin ayrılması ile diğer AB ülkelerinin de “bir tür yeni durum”a pozisyon alma telaşı içine girdiğini söylemek mümkün.
Unutmayın, ekonomik kriz bitmedi, jeopolitik hesaplaşma şiddetini artırdı, her ülke gelecek korkusuna kapıldı, yeni küresel sistem, Atlantikçilerin bencilliği yüzünden şekillenemedi.
Siz, çatışmaların sadece bizim çevremizde olduğunu sanın. Asıl büyük mücadele, örtülü savaş, merkez ülkeler arasındadır ve bu, gün yüzüne çıkmaktadır. Türkiye çok sağlam durmalıdır ve bugün onun hazırlıklarını yapmaktadır.