2025 YILI İTİBARIYLA DÜNYA EKONOMİSİNİN MOTORLARI BELİRGİN ŞEKİLDE YAVAŞLAMIŞ
DURUMDA. ARTAN TİCARET SAVAŞLARI, YÜKSEK ENFLASYON, FAİZ BASKILARI VE JEOPOLİTİK GERİLİMLERLE KÜRESEL EKONOMİ YENİ BİR TÜRBÜLANSA GİRDİ. HER BÖLGEDE YANKI BULAN BU YAVAŞLAMA EĞİLİMİ, SADECE BÜYÜME RAKAMLARIYLA DEĞİL, İSTİHDAM, YATIRIM VE TÜKETİM DİNAMİKLERİYLE DE KENDİNİ HİSSETTİRİYOR.
ELİF SENA KILIÇ
BÜYÜME TAHMİNLERİ AŞAĞI REVİZE EDİLDİ
Dünya Bankası’nın Haziran 2025 tarihli raporu, büyüme beklentilerini yüzde 2,3 seviyesine revize etti. Bu oran, 2008 finans krizinden bu yana görülen en düşük seviyeye işaret ediyor. Kurumun baş ekonomisti Indermit Gill, durumu şu sözlerle ifade ediyor:
“Bugün dünya ekonomisi bir kez daha çalkantıya giriyor. Hızlı bir düzeltme olmadan, yaşam standartlarına zarar derin olabilir.”
Benzer şekilde IMF ve OECD gibi diğer kuruluşlar da büyüme tahminlerini aşağı yönlü revize ediyor. IMF, 2025 küresel büyüme tahminini yüzde 2,8 olarak belirlerken, OECD büyümenin 2026’ya kadar kademeli olarak gerilemesini bekliyor. Kurum, küresel GSYİH’nin 2024 ve 2025 yıllarında yüzde 2,9 seviyesinde gerçekleşeceğini ve bu yavaşlamanın özellikle ABD, Kanada, Çin ve Meksika gibi büyük ekonomilerde daha belirginleşeceğini öngörüyor.
Mevcut kırılgan ortam, Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomiler için de riskleri artırıyor. IMF, Türkiye’nin 2025 yılı büyüme tahminini yüzde 2,8 olarak açıklarken, yıl sonunda enflasyonun yüzde 35,9’a kadar gerilemesi bekleniyor.
KÜRESEL RİSKLER VE TÜRKİYE’YE ETKİSİ
Küresel resesyon riski, İran-İsrail savaşına kadar petrol fiyatlarını baskılamış ve 60-64 dolar bandında tutmuştu. Bu seviyeler, enerji ithalatçısı Türkiye açısından enflasyon ve cari denge adına fırsat sunuyordu. Ancak savaşın ardından fiyatların 75 dolar seviyelerine yükselmesi, halen yönetilebilir düzeyde görülüyor. Buna karşın, Hürmüz Boğazı’nın kapatılması olasılığı ciddi bir risk oluşturmaya devam ediyor.
Petrol dışında, doğrudan yatırım iştahındaki zayıflama ve dış talepteki daralma, Türkiye ihracatında aşağı yönlü baskı yaratıyor. Ancak ABD’nin Çin’e uyguladığı yüksek tarifeler sayesinde Türkiye’nin bu pazarda doğan boşluğu doldurma ihtimali bulunuyor. Ayrıca Çin’in, daha düşük tarifelerle Avrupa ve ABD’ye erişim sağlamak için Türkiye’ye doğrudan yatırımlarını artırma olasılığı da Türkiye adına stratejik bir fırsat yaratıyor.
PEKİ KÜRESEL YAVAŞLAMANIN ARDINDA NE VAR?
Durgunluk riski, farklı coğrafyalarda benzer nedenlerle ortaya çıkıyor. ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşı, yıllar içinde küresel ekonomik yapıyı değiştirdi. Trump döneminde artan ithalat tarifeleri yalnızca Çin’i değil, küresel tedarik zincirlerini de sarstı. Dünya Bankası’na göre bu politikalar, küresel ticaret hacmini yüzde 0,5 oranında daralttı ve büyüme üzerinde doğrudan baskı yarattı.
Ancak yavaşlama sadece ticari gerilimlerle sınırlı değil. Çin’in emlak sektöründe yaşanan kırılganlık, tüketici güvenini sarsarak iç talepte kayda değer bir düşüşe neden oldu. Aynı zamanda, gelişmiş ekonomilerde yaşlanan nüfus, düşük verimlilik artışı ve üretken yatırımlardaki düşüş uzun vadeli büyümeyi kısıtlıyor. Bu yapısal sorunların üzerine eklenen yüksek borç yükü ve sıkı para politikaları ise gelişmekte olan ekonomileri daha kırılgan hale getiriyor.
Küresel resesyonun etkileri sadece gelişmekte olan ülkelerle sınırlı kalmamakta. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) Haziran 2025’te yayımladığı değerlendirmeye göre, Euro Bölgesi ekonomisi de yüksek gümrük tarifeleri, ticaret politikalarındaki belirsizlik ve jeopolitik riskler gibi unsurlar nedeniyle kırılgan bir görünüm sergilemekte. IMF, 2025 yılında bölge büyümesinin yalnızca yüzde 0,8 olacağını, bu oranın 2026’da yüzde 1,2’ye çıkabileceğini tahmin etmekte. Ancak ticaret gerilimleri, enerji güvenliği endişeleri ve düşük verimlilik gibi yapısal sorunlar, Euro Bölgesi’nin orta vadeli ekonomik görünümünü zayıflatmakta. Bu durum, küresel düzeyde yaşanan ekonomik durgunluğun Avrupa ekonomileri üzerindeki etkisini açıkça ortaya koymakta.
Devamı Z Raporu Dergisi Temmuz 2025 sayısında…
