İSRAİL’İN GAZZE’DE ÜÇ YILDIR SÜRDÜRDÜĞÜ SOYKIRIM, KÜRESEL SİSTEMİ TEMELLERİNDEN SARSIYOR, İNSANLIĞIN VİCDANINI SINAVA TABİ TUTUYOR. GAZZE’Yİ YOK ETMEK İSTEDİĞİNİ SAKLAMAYAN İŞGALCİ GÜÇ, YILLARDIR SAHİP OLDUĞU DOKUNULMAZLIĞA GÜVENİYOR. FİLİSTİN HALKININ DİRENME GÜCÜYLE BİRLEŞEN İNSANLIK UYANIŞI, İSRAİL’İN VE EN BÜYÜK DESTEKÇİSİ ABD HEGEMONYASI İÇİN SONUN YAKLAŞTIĞINI GÖSTERİYOR.
SERNUR YASSIKAYA
7 Ekim 2025, Gazze halkı için yalnızca bir takvim tarihi değil; adım adım işleyen, sessiz ve sistematik bir yok etme girişiminde üçüncü yılına girildiğinin dönemeç noktası. İşgalci güç İsrail’in başlattığı ve hâlen sürdüğü saldırılar sonucu, Gazze fiilen haritadan silinmiş bir şehir devleti hâline gelirken, uluslararası toplumun “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bir daha asla” dediği tüm normlar da birer birer çöktü. Resmî rakamlarla 66 bin, bağımsız analizlere göre ise 200 bine yakın insan bu üç yıl içinde Gazze’de işgalci güç tarafından öldürüldü, yine yüzbinlercesi yaralandı ya da sakat kaldı. Birleşmiş Milletler’den yapılan açıklamaya göre sadece 4 bin çocuk ampute edilmek zorunda kaldı. Yüzbinlerce çocuk üç yıldır eğitim kaybı yaşadı. Uzmanlar bir neslin kaybedildiğinden bahsediyor. Yıllara yayılacak psikolojik etkileri de soykırımın mirası. İki milyona yakın insan evinden edildi. Şehrin altyapısının ve binalarının yüzde 80’i yok edildi. Ancak bu sayıların ötesinde asıl yıkım, uluslararası sistemin meşruiyetini kaybetmesiyle meydana geldi. İsrail saldırganlığı zaten temelleri sarsılan uluslararası kurum ve işleyişi adeta dinamitledi.
SAVAŞ DEĞİL, SİSTEMATİK YOK ETME
Gazze’de yaşananların bazı Batılı devletlerin ve ABD’nin savunduğu gibi bir “çatışma”, “askerî operasyon” ya da “kendini savunma hakkı” ile açıklanamayacağı, uluslararası hukukçular, gazeteciler ve insan hakları örgütleri tarafından defalarca dile getirildi. Son yayınlanan raporlar ve belgeler apaçık bir soykırımla karşı karşıya kaldığımızı hiçbir soru işaretine yer bırakmadan söylüyor. Bir halkın sistemli olarak açlığa, susuzluğa, elektriksizliğe, eğitimsizliğe ve ilaçsızlığa mahkûm edilmesi, şehirlerinin bilinçli olarak yok edilmesi, bu süreçte hastane, okul, mülteci kampı gibi sivil altyapının da hedef alınması; artık İsrail’in Gazze’de askeri bir hedef gözetmeksizin bir halkı cezalandırdığı gerçeğini tartışmasız hâle getirdi. Bu nedenle, Lahey’de Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) 2024 sonunda başlayan ve şu anda kritik aşamaya gelen İsrail’e yönelik “soykırım suçu” davası, uluslararası toplumun bu eylemleri nasıl tanımlayacağı açısından belirleyici olacak. Soykırımın tanımı, sadece ölü sayısı değil, bir halkın yok edilmesine yönelik niyetin açık biçimde ortaya konmasıyla ilgili. Gazze’deki tablo da tam olarak bunu göstermektedir.
İSRAİL’E KÜRESEL TECRİT
Üç yıl boyunca ABD ve bazı Avrupa ülkeleri, İsrail’e koşulsuz destek verdiler. Silah sevkiyatı, diplomatik kalkan ve medya manipülasyonu ile bu destek, İsrail’in saldırılarını daha da cesaretlendirdi. Ancak 2025 yazına gelindiğinde, dünya kamuoyunun vicdanı çatlamaya başladı. Latin Amerika’dan Afrika’ya, Asya’dan Avrupa’ya milyonlarca insan sokaklara döküldü. İsrail ürünlerine boykotlar yayıldı, sanatçılar ve akademisyenler suskunluklarını bozdu. Bu değişim Eylül 2025’te New York’ta gerçekleşen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda görünür hâle geldi. Zirve adeta bir Filistin zirvesine dönüşürken, zirve sırasında ya da öncesinde İngiltere, Fransa, İrlanda, Norveç, Belçika, İspanya ve Portekiz gibi ülkeler Filistin Devleti’ni resmen tanıdıklarını ilan etti. Bu, sadece sembolik bir adım değildi; aynı zamanda İsrail’in diplomatik dokunulmazlığının artık geçerli olmadığını da gösteren bir kırılma anıydı. Artık İsrail’in “dokunulmaz” bir devlet olmadığını yüksek sesle söyleyen ülkelerin sayısı artıyor. İsrail ilk defa, Uluslararası Adalet Divanı’nda değilse bile, küresel kamuoyunun mahkemesinde yargılanıyor. Geçen bir yılda Gazze’deki ablukayı kırmak için yola çıkan teknelerin ve ona karada destek veren insanlar sonucu sayısı katlanarak artıyor. Siyonist barbarlık karşısında, “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmadığını” fark eden insanlık büyük bir uyanış yaşıyor.
ABD VE ÇÜRÜYEN HEGEMONYA
Bu süreçte İsrail’den sonra en büyük meşruiyet kaybı yaşayan aktör ise ABD oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurduğu liberal uluslararası düzenin “insan hakları”, “hukukun üstünlüğü”, “insani müdahale” gibi temel iddialarının içi Gazze’de yaşanan soykırım karşısında sessiz kalınarak boşaltıldı. ABD, İsrail’e verdiği koşulsuz destekle yalnızca ahlaki kredibilitesini değil, stratejik liderliğini de yitirdi. Ukrayna’daki işgal için “uluslararası hukuka saldırı” diyen Washington, Gazze’deki sivil ölümler için “İsrail’in meşru müdafaa hakkı” retoriğine sığındı. Bu çifte standart, küresel Güney ülkelerinde çok daha derin bir kırılmaya neden oldu. Artık ABD, yalnızca bir hegemon değil, aynı zamanda bu düzenin çürümesinden sorumlu bir aktör olarak görülüyor. Birçok yorumcu, Gazze’nin ABD’nin “Son Suriye”, “Son Vietnam”, hatta “Son Berlin”i olabileceğini ifade ediyor. Çünkü bu kez, izlenen sadece savaş değil; Batı’nın ahlaki üstünlüğünün çöküşü.
Devamı Z Raporu Dergisi Ekim 2025 sayısında…
